Content feed Comments Feed

Raul Castro, ABD ile Küba arasında son günlerde gelişen diplomatik ilişkiler ve Barack Obama ile yaptığı görüşmeye dair bir açıklama yaptı.

Devlet başkanı seçilmemden bu yana, ABD ile ulusal bağımsızlığımıza ve halkımızın kendi kaderini tayin hakkına zarar vermeksizin çok çeşitli başlıkları karşılıklı olarak ele alma doğrultusunda, eşit egemenlik temelinde düzeyli bir diyalog oluşturma konusundaki istekliliğimizi çeşitli vesilelerle pekiştirdim.

Bu tutum, uzun erimli mücadelemiz süresince Yoldaş Castro tarafından, ilkelerimizden feragat etmeksizin ihtilaflarımızı müzakere etmek ve çözmek doğrultusundaki arzumuz belirtilerek çeşitli vesilelerle açıktan ve özel olarak ABD hükümetine iletilmişti.

Kahraman Küba halkı, birçok ciddi tehlike, saldırı, sıkıntı ve fedakârlığın ardından, sadakatli durmuştur ve bağımsızlık ve sosyal adalet ideallerimize sadık kalmaya devam edecektir. Devrimin 56 yılı boyunca güçlü biçimde birlik halinde olan bizler, 1868’de bağımsızlık savaşlarımızın başlamasından bugüne ilkelerimizin savunulması yolunda can verenlere yönelik sapmaz sadakatimizi koruduk.

Bugün, zorluklara karşın, müreffeh ve sürdürülebilir bir sosyalizm kurmak adına ekonomik modelimizi güncelleme işine giriştik.

Dün Başkan Obama ile gerçekleştirdiğim bir telefon görüşmesini de içeren üst düzey görüşmelerin bir sonucu olarak, iki ülkenin de ortak çıkarı olan bazı başlıkların çözümünde ilerleme kaydettik.

2001 Haziran’ında Fidel’in söz verdiği gibi: “Dönecekler!” Gerardo, Ramon ve Antonio bugün yurdumuza ayak bastı.

Bu amaç için bıkıp usanmadan mücadele eden ailelerinin ve halkımızın muazzam mutluluğu, serbest kalmaları için 16 yıldan bu yana bitmez tükenmez bir çaba sergileyen yüzlerce dayanışma komitesi ve grubu, hükümetler, parlamentolar, örgütler, kurumlar ve bireyler tarafından paylaşıldı.

Başkan Obama’nın kararı, halkımızın saygı ve teşekkürünü hak ediyor.

Küba ile ABD ilişkilerinin geliştirilmesi doğrultusundaki çabalarından ötürü Vatikan’a, özellikle de Papa Francisco’ya teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca, iki ülke arasındaki üst düzey diyalogda kolaylaştırıcı olan Kanada hükümetine de teşekkür etmek isterim.

Dolayısıyla, ABD için çalışan Küba asıllı bir ajanı serbest bırakmaya ve ABD’ye geri göndermeye karar verdik.

Öte yandan ve insani gerekçelerle, ABD vatandaşı Alan Gross’u da bugün ülkesine geri gönderdik.

Bizim her zamanki pratiğimiz olduğu üzere, tek taraflı olarak ve hukuk sistemimizin hükümleriyle son derece uyumlu bir şekilde ilgili tutuklular hukuki fayda sağladılar.

Ayrıca diplomatik ilişkileri onarmak konusunda da mutabık kaldık.

Bu, hiçbir şekilde can alıcı noktanın çözüldüğü anlamına gelmiyor. Ülkemizde devasa insani ve ekonomik zararlara yol açan ekonomik, ticari ve finansal ambargoya son verilmelidir.

Ambargo, yasayla düzenlenmiş olsa bile Birleşik Devletler Başkanı bu uygulamayı değiştirme konusunda icra yetkisine sahiptir.

Birleşik Devletler hükümetine, karşılıklı atmosferi geliştirecek ve ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin normalleşmesine doğru ilerleme sağlatacak ortak adımların Uluslararası Hukuk ve Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ilkeleri temelinde benimsenmesini öneriyoruz.

Küba, Birleşmiş Milletler gibi çok uluslu kuruluşlarda işbirliği yapma istekliliğini yineler.

Derin farklılıklarımızı, özellikle de ulusal bağımsızlık, demokrasi, insan hakları ve dış politika ile ilişkili konulardakileri kabul etmekle birlikte, tüm bu konular üzerine diyaloga ilişkin istekliliğimi yinelerim.

ABD hükümetinden, halklarımız, ailelerimiz ve iki ülkenin yurttaşları arasındaki bağları engelleyen ya da kısıtlayan manileri, özellikle de seyahat, doğrudan posta hizmeti ve telekomünikasyon kısıtlamalarını kaldırmasını rica ediyorum.

Görüşmelerimizdeki ilerlemeler, birçok problemimize çözüm bulmanın mümkün olduğunu kanıtlıyor.

Yinelediğimiz üzere, medeni bir biçimde farklılıklarımızla bir arada yaşama sanatını öğrenmeliyiz.

http://www.counterpunch.org/2014/12/17/the-new-opening-with-the-usa/ adresinde yayımlanan açıklamadan çevrilmiştir.


Çeviri:
Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız


Kudüs’te bu sabah bir sinagoga yönelik olarak gerçekleştirilen ve 4 İsrail vatandaşının hayatını kaybettiği saldırıyı önce Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC)siyasi kanadı Abu Ali Mustafa Tugayları üstlenirken, daha sonra yapılan açıklamada, saldırıyı gerçekleştirenlerin FHKC üyesi oldukları, ancak saldırının sorumluluğunun üstlenilmediği belirtildi.

Abu Ali Mustafa Tugayları tarafından, FHKC’nin facebook sayfasından yapılan ve çok kısa süre içerisinde kaldırılan açıklamada, “Abu Ali Mustafa Tugayları olarak yoldaşlarımız şehit Ghassan Abu Jamal ve Uday Abu Jamal tarafından gerçekleştirilen ve aralarında bir güvenlik görevlisi ile bir Siyonist hahamın da yer aldığı dört kişinin ölümüyle sonuçlanan kahramanca saldırıyı selamlıyoruz. Yurdumuza saygısızlık eden yerleşimci ve işgalcileri söküp atmayı amaçlayan her türlü eylemi kutsuyoruz” ifadeleri kullanılırken, tüm direniş güçlerine birleşik mücadele çağrısı yapıldı. Açıklama, “Şan olsun Kudüs ve Filistin’in kahramanlarına. Şan olsun şehitlere, direnişin zaferine ve halkımıza. Siyonist işgalcilere ölüm” ifadeleri ile sona erdi. FHKC Politbüro Üyesi Rabbah Mehanna’nın, FHKC web sayfasında yayımlanan açıklamasında da saldırı üstlenilerek El Fetih ve Hamas’a, aralarındaki çekişmeye son vererek mücadeleyi birleştirme, ulusal birliği sağlama çağrısı yapıldı. Ancak örgütten daha sonra yapılan açıklamada, saldırıyı gerçekleştiren iki kişinin FHKC üyesi olduğu, fakat saldırının sorumluluğunun üstlenilmediği belirtildi.

Çeviri (derleme):
Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), İsrail’in Gazze’ye yönelik kara saldırısının başlamasının ardından yaptığı yazılı açıklamada “İşgalcilerin elçilik ve konsolosluklarını işgal edin” çağrısında bulundu. FHKC tarafından yapılan açıklama şu şekilde:


“245 Filistinlinin canının İşgal güçlerinin işgal ordusunun ve onun ABD yapımı ve ABD tarafından finanse edilen silahları marifetiyle alındığı, Filistin halkının üzerine gökyüzünden yıkım yağdırılan işgal güçlerinin cinayet makinelerinin 10 günlük hava saldırısının ardından, işgal güçleri Gazze’ye yönelik kara istilasını başlattı.

İşgal saldırısı; çocukları ve yaşlıları, okulları, camileri, hastaneleri, evleri, engelli bakım evlerini hedef almakta. Sadece bugün, İsrail güçleri Gazze’nin bir başka yerinde 8 çocuğu ve 4 yetişkini öldürmesinin ardından bir rehabilitasyon hastanesini hedef aldı ve bombaladı. Ailelerin yaşamlarını çaldılar, 800’den fazla evi yıktılar ve 18 binden fazla eve ağır hasar verdiler, altyapıyı tahrip ettiler, kritik kaynakları hedef aldılar ve durmak bilmeksizin ABD’nin finanse ettiği ve desteklediği ölüm makinesinden yararlanarak Filistin halkını hedef aldılar.

Gazze’ye yönelik vahşi saldırıya rağmen Gazze’deki Filistinliler –ve işgal edilmiş Filistin’in her yerindekiler ve sürgündekiler- işgalcilerin, ölüm ve yıkım yolu ile teslim olmayı ve usulca ölmeyi kabul edeceğimize dair mantığına direndiler ve bunu reddettiler. Gazze’deki Filistin halkı, kendini, işgalcilere karşı şüphesiz direnmeye ve işgalcilerin, ölümcül güç eliyle direnişimizi halkımızdan ayırma girişimlerine karşın zafere kadar bu direnişten vazgeçmemeye adamıştır.
Söz konusu saldırı boyunca, Arap halkı ve dünya halklarından geniş kitleler sokaklara çıktı. Cape Town’da, Paris’te, Londra’da,

Stockholm’de, Tunus’ta, İstanbul’da, San Francisco’da, Santiago’da, Caracas’ta, Chicago’da, Mexico City’de, New York’da, Hague’de, Yemen’de, Cakarta’da, Sydney’de on binlerce kişi yürüyüş düzenledi. Dünya genelinde yüzlerce kentte ve kasabada, Filistin halkına yönelik emperyalist ve Siyonist saldırıya karşı çıkan, suç ortaklığının, suskunluğun ve emperyalist güçlerin, uluslararası kuruluşların, savaş vurguncusu şirketlerin Filistin saldırısına doğrudan katılımının sona erdirilmesini isteyenlerin sesi duyuldu.

Şimdi uluslararası direnişi yükseltmenin vaktidir. Tanklar Gazze’ye giriyor. İşgalci güçler ölüm saçan bir işgal yürütürken, onların elçilik ve konsolosluklarının normal çalışmalarına ve işlerle uğraşmalarına izin verilmemeli.

Sağladığı ekonomik, siyasi ve askeri destekle ölüm makinesinin ilerlemesinin çalıştıran ABD emperyal gücü tüm dünyada varlığını kesintisiz sürdürmemeli –öyle ki, ABD’li emperyalistlerin kongresi, işgalin ölüm makinesi Filistin ve Arap halkına karşı daha ölümcül olabilsin diye daha fazla maddi destek öngören bir yasayı henüz geçirdi-.

Halkımıza karşı finansal cinayet işleyen savaş vurguncusu şirketler; cinayet, işkence, apartheid, ırkçılık ve işgale bulaşmaları karşılığında kârdan başka bir şey görmemeye devam etmemeli.

Sadece sokakları doldurmanın değil, aynı zamanda direnişi yükseltmenin vaktidir:

Dünyanın dost ve ilerici hükümetleri, işgal devletiyle ilişkilerini kesmeli, bu ülkenin elçiliklerini kapatmalı, kendi elçilerini geri çağırmalı, Filistin halkını katleden suçlu ırkçı gayrimeşru yerleşimci-sömürgeci devleti tamamen izole, boykot ve ret etmeli.

Gerici Arap rejimlerinin, işgal güçleri Filistin halkını katlederken işgal devletiyle diplomatik ilişkiye girmesine ve bu devletin elçiliklerini ve elçilerini ağırlamasına artık izin verilmemeli. Arap ülkelerindeki bütün işgal elçilikleri temelli kapatılmalıdır.

Ve dünyanın bütün ülke ve kentlerinde, Filistin’in sürgün ve diasporadaki oğul ve kızlarıyla omuz omuza Filistin bayrağını yükselten dünya halklarına, sokakları zapteden milyonlara çağrımız şudur:

İsrail elçilik ve konsolosluklarını işgal edin, kapılarını kapatın, her zamanki işleriyle ilgilenmelerine engel olun. İşgal devleti, gayrimeşru yerleşimci-sömürgeci bir işgalci olarak tamamen tecrit ve boykot edilmelidir.

ABD elçilik ve konsolosluklarını işgal edin. ABD emperyalizmi, Filistin’deki öldürücü işgalin asli destekçisidir ve sadece Filistin’deki değil, tüm dünyadaki suçları nedeniyle dünya halkları tarafından sorumlu tutulmalıdır.

Kârı, katil şirketlerin ellerinden alın. Chicago gibi ABD kentlerinde Boeing, Lockheed Martin, G4S gibi bu katil şirketlere karşı duran insanlar halihazırda gözaltı, tutuklama ile yüz yüze kalmıştır. Bu şirketler yaptıklarının sonuçlarıyla yüzleşmeli, çalışmaları kesilmeli ve kapanmalı. Filistinlilerin kanından daha fazla kâr yok!

Filistin’de direniş yükselirken, dünyadaki direniş de öyle olmalı. İşgalcilerin ve onun destekçilerinin, halkımıza yönelik canice katliamlarına, buna karşı yanıt ve aynı şekilde işleyebilmelerine yönelik anlamlı darbeler olmaksızın devam etmelerine izin verilmemelidir. Bunları durdurmanın ve dünyanın dört bir yanındaki halkların direnişinin Filistin halkının direnişinin yanında duyulmasının zamanıdır.

Geçit vermeyeceğiz! Gazze düşmeyecek! Nehirden denize, Filistin özgür olacak!"


http://pflp.ps/english/2014/07/18/escalate-the-resistance-occupy-the-occupiers-embassies-and-consulates/ adresinde yayımlanan açıklamadan çevrilmiştir.


Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız





Ukrayna’nın Odessa kentinde 2 Mayıs 2014 tarihinde gerçekleşen ve 46 kişinin ölümüyle sonuçlanan aşırı sağ saldırıya ilişkin Borotba ittifakının yaptığı açıklamada, saldırının bir hükümet organizasyonu olduğu ve muhalefete gözdağı vermeyi amaçladığı belirtildi.


2 Mayıs günü, “Ukrayna’nın Birliği İçin” adı verilen yürüyüş (Chernomorets-Metallist futbol karşılaşması ile aynı tarihe denk getirilmişti) bahanesiyle, Ukrayna milliyetçilerinin paramiliter kadroları ülkenin her yanından gelerek Odessa’da buluştu. Otobüsler ve trenler ile geldiler. En başından –Sobordoya Meydanı’nda toplanmaya başladıkları zamandan- itibaren sıradan aşırı sağ destekçileri arasında çok iyi teçhizatla donanmış paramiliterler görülebiliyordu. Kalkanları, kaskları, sopaları, çeşitli silahları vardı. Çoğunluğu apaçık biçimde futbol taraftarı olmayan 30-40 yaşlarındaki erkeklerden oluşuyordu. Bazılarında, üzerinde şu yazının olduğu kalkanlar mevcuttu: “Maidan 14 Yüz Öz Savunması” (Maidan protestolarında oluşturulan savunma gücünün ismi; ç.n. / bkz. http://goo.gl/jOMsBa). Ve bu milliyetçi paramiliterler, Kulikovo Meydanı’nda Odessa sakinlerine yönelik gerçekleştirilen kanlı katliamın başlıca saldırgan gücü haline geldi.

Toplamda orada yürüyüşe ve bunu takip eden katliama katılan binden fazla milliyetçi toplandı. Saldırganların çoğunluğu burada toplanan aşırı sağ paramiliterlerden oluşurken Odessa’nın yerel sakinleri bunların içinde azınlıktaydı. Birçoğu açık biçimde tanınmış ve nereden geldiklerini söylemiş olmakla birlikte kimlikleri, lehçelerinden anlaşılabilirdi (Odessa bölgesinin tipik lehçesi değil). Chernomorets takımının Odessa’daki yerel taraftarları çatışmanın başladığı anda yürüyüşü terk ettiler –sadece stadyuma yapılan geleneksel yürüyüş için gelmişlerdi ve ‘misafirler’ ve provokatörlerin, kendilerini yerel halka saldırmaya doğru yönlendirdiğini fark ettiklerinde Chernomorets taraftarlarının (Odessa kulübünün siyah-mavi kaşkolları ile tanınabilen) büyük kısmı derhal sözümona ‘barışçıl’ yürüyüşü terk ettiler.


Aynı esnada ‘misafir militanlar’ stada gitmiyorlardı. Amaçları şehir sakinlerine korku vermek ve Kiev cuntasına muhalefet eden hareketlerin aktivistlerine yönelik şiddeti başlatmaktı. Milliyetçilerin eylemleri en başından beri barışçıl bir niteliğe sahip değildi, çünkü bir katliam başlatmaya hazırlanıyorlardı.

Sadece Odessa’nın kendi polisi, binlerden oluşan bir kalabalığı kontrol altına alma ve dolayısıyla kıyım ve cinayetleri önleme yetisine sahipken ortalıkta sadece birkaç polis vardı. Kalabalık toplanırken, polislerin çoğuna İçişleri Bakanlığı’na ait binanın korunması emri verilmişti. Böylelikle bütün kent neo-Nazi paramiliterlerin ellerine teslim edilmişti. Gerçi mevcut İçişleri Bakanı Arsen Avakov’un ’Right Sector’ün de aralarında olduğu neo-Nazi grupları ile uzun ve yakın bir ilişkisi olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu durum şaşırtmıyor.

Milliyetçilerin korteji Grecheskaya caddesi boyunca yürürken Odessa’nın yerel milislerinden oluşan 200-250 kadar kişi bunları durdurmaya çalıştı. Ancak milliyetçilere karşı duranlar kısa süre içerisinde taş, şişe ve ses bombası yağmuruna tutuldu. O noktada silah sesleri de duyuldu. Borotba aktivisti Ivan, askeri bir silahtan çıkan kurşunla karnından yaralandı. Sonrasında aktivistler ve Odessalı milisler Greek/Yunan Meydanı’ndaki Athena/Atina alışveriş merkezine kaçmaya çalıştılar. Aşırı sağcılardan oluşan bir kalabalık, onlara yönelik bir katliam başlatmak istiyordu. Aşırı sağ paramiliterler, içerideki Odessalı milislerce barikat kurulmuş olan alışveriş merkezini ateşe vermek üzere meydanda hızla molotof kokteylleri hazırlamaya başladılar. Polisler, araçlarını doğrudan alışveriş merkezinin girişine sürerek içerideki aktivistlerin hayatlarını kurtarmayı başardılar.

Bunun üzerine milliyetçi kalabalık, Kiev cuntasına muhalefet edenlerin bir kampının bulunduğu Kulikovo Meydanı’na yöneldi. Başka aktivistler ve Odessa sakinleri ile birlikte Borotba aktivistleri de o gün protesto kampında nöbetteydiler. Kampta toplamda 200 civarında insan vardı ve bunların yarısı kadınlar ile yaşlı erkeklerden oluşuyordu.
Neo-Naziler, çadır kampına molotof yağdırmaya başladılar ve kampı ateşe verdiler. Kamptaki aktivistler, yakındaki Sendikalar Evi binasına sığınmak zorunda bırakıldı.

Aşırı sağcılar, Odessa sakinlerini öldürmeye çalışırken binanın zemin katını ateşe verdiler ve alevler oldukça hızlı bir şekilde binaya yayıldı.

İnsanlar alevlerden kaçmaya çalışarak üst katlardaki pencerelerden atlamaya başladılar. Ancak aşağıda, milliyetçi paramiliterler tarafından öldürüldüler. Nitekim Borotba üyesi olan yoldaşımız Andrew Brazhevsky de öldürüldü. Bölgesel meclis milletvekili olan Vyacheslav Markin de (Odessa Borotba’nın lideri olan Alexey Albu’nun dostu) pencereden atladığından aynı şekilde öldürüldü. 40’tan fazla aktivist diri diri yakıldı, dumandan zehirlendi ya da yanan binadan kaçmaya çalışırken Naziler tarafından öldürüldü. Neyse ki yoldaşlarımızın çoğu sağ salim kaçmayı başardı. Odessa Borotba lideri ve kent meclisi delegesi olan Alexey Albu’nun da aralarında yer aldığı bazı yoldaşlarımız sopalar ve tekmelerle ağır şekilde dövüldüler. Çeşitli yaraları, kırık kemikleri ve kafa yaralanmaları mevcut.

Odessa katliamı, yeni rejimden hoşnutsuz olan nüfusa gözdağı vermek ve yeni yönetime karşı aktif mücadele verenleri bertaraf etmek amacıyla Kiev cuntası tarafından organize edilmiştir. Bunun kanıtı, aşırı sağ militanların bir araya toplanmaları ve iyi teçhizatla donanmış olmalarıdır. Üstelik, Odessa’daki aşırı sağcıların saldırısının Slavyansk’daki ‘anti-terör operasyonu’ ile eş zamanlı olmasının yanı sıra polisin eylemsizliği de bunun kanıtıdır.

Kiev cunyası, siyasi muhaliflerine karşı şiddet ve kıyım yönünde bir yol haritası belirlemiştir. Ve bu vahşice şiddetin aracı –gizli polis ile yakın hareket eden ve oligarklar tarafından iyi silahlandırılan ve finanse edilen- neo-Nazi militanlardır.

Odessa katliamı, milliyetçiler ve oligarklardan oluşan Kiev yönetiminin, hızlı biçimde açık faşist tarzda bir terörist diktatörlük haline geldiğini ortaya çıkarmıştır.

Borotba İttifakı Meclisi
3 Mayıs 2014



http://borotba.org/neo-nazi_terror_in_odessa-_more_than_40_killed-_hundreds_injured.html adresinde yayımlanan açıklamadan çevrilmiştir.


Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

Thomas Piketty: Marx'la ilgilenmiyorum

7 Mayıs 2014 Çarşamba





Röportaj: ISAAC CHOTINER @ichotiner

Genelde ekonomi üzerine 700 sayfalık bir kitabın (bir üniversite tarafından basılacak) yazarı ile röportaj yapmak pek heyecanlı bir iş değildir. Yayıncılar ve yazarlar kamuoyunca tanınmak isterler; kitapların kopyaları bir gecede bitirilir; yayıncılardan "sizin için ne yapabilirim?" e-postaları birikmeye başlar.

Ancak söz konusu olan Capital in the Twenty-First Century (Yirmi Birinci Yüzyılda Sermaye) kitabı ülkedeki çok satanlardan biri olan Thomas Piketty ise, işler biraz daha zor olabiliyor. Piketty ile sadece bir telefon görüşmesi bile ayarlamak Papa ile toplantı ayarlamaktan zor göründü. Piketty, kitabını tanıtmak için bir kıtadan diğerine seyahat ediyordu ve geçen hafta görüşme yapabilmemiz için tanıtımlarına ara vermek zorunda kaldı. Bu arada kitabı tükendi ve dolayısıyla bu görüşmeci bir e-versiyon okumak zorunda kaldı. (Harvard University Press daha fazla basılması için uğraşıyor.)

Sonunda Paris'teki ofisinde Piketty'ye ulaştığımda, bir saate yakın konuştuk. Ağır bir Fransız aksanı ile konuşuyordu ve sıcak ve ilgiliydi, hatta bana çalışması hakkındaki görüşlerimi bile sordu. Onu hayal kırıklığına uğratan ekonomistleri, kitabına yapılan en iyi eleştirileri ve Karl Marx için niçin hiç vakti olmadığını konuştuk.



Isaac Chotiner: Kitabınızın başarısını neye bağlıyorsunuz?

Thomas Piketty: Kitabın başarısı bir ölçüde artan eşitsizlik konusuna duyulan ilgiden kaynaklı.

IC: Bir ekonomist kitabınızın başarısını insanların ekonomik sorunların periyodik olduğuna artık inanmamasına bağladı. Sorunlar yapısalmış.

TP: Anladım. ABD'de eşitsizliğin ve servetin genişlediğine dair bir algı var. İnsanlar bunun sonsuza dek devam edip etmeyeceğini merak ediyor. Görece düşük bir büyümeye sahipseniz, yüzde 1, 2 gibi, insanlar gelecekten kaygı duyar. İnsanlar eşitsizlik konusunda düşünüyor.

IC: Kendi geçmişinizle ilgili sormak istiyorum. Sizin ekonomi alanında kahramanlarınız kimler?

TP: Bu araştırmayı Kuznets'in çalışmasını izlemek ve onu daha fazla ülkeye ve daha uzun zaman periyotlarına genişletmek için yapıyorum. Ekonomi geleneğine baktığım zaman, bunun daha önce yapılmamış olmasına şaşırdım.

IC: Marx'ın düşünceleriniz üzerindeki etkisi ve onu okumaya nasıl başladığınız konusunda neler söyleyebilirsiniz?

TP: Marx mı?

IC: Evet.

TP: Onu okumayı asla başaramadım. Siz de okumaya çalıştınız mı, bilmiyorum. Denediniz mi?

IC: Makalelerinden bazılarını evet ama ekonomi üzerine çalışmalarını okumadım.

TP: 1848'in Komünist Manifesto'su kısa ve güçlü bir eser. Das Kapital, bence okuması çok zor ve bana göre pek de etkili değil.

IC: Çünkü kitabınız, açıkçası başlığıyla, bir şekilde ona şapka çıkardığınız izlenimini yaratıyor.

TP: Kesinlikle alakası yok! Benim kitabımın sermayenin tarihi ile ilgili olması gibi büyük bir fark var. Marx'ın kitaplarında hiç veri yok.

IC: Kitabınıza yönelik eleştiriler arasında özellikle akıllıca bulduklarınız var mı?

TP: Sizin görüşünüz ne? En iyisi sizce hangisi?

IC: Bir tanesi, kesin veriler ışığında en alttakilerin kitabınızda öne sürdüğünüzden daha iyi koşullarda olduğunu savundu. Ve bu gerçek yüzünden eşitsizliğin ne olduğu konusunda biraz daha başka düşünmemiz gerektiğini söyledi.

TP: ABD'de miydi?

IC: Evet.

TP: Aktarımlardaki yükselişi hesaba katarsanız alttaki yarı daha iyi durumda ama sadece birincil geliri hesaba kattığınızda. Fakat bunun bir şeylerin ters gittiğini doğruladığını düşünüyorum: Alttaki yarının da, gelir artışından aktarımlar olmadan, becerilere ve iyi ücretli işlere daha iyi erişim üzerinden pay aldığı bir ekonomik sisteme sahip olmak istersiniz.

IC: Bir başka eleştiri ise finansın rolüne yeterince değinmediğiniz.

TP: Ah. Evet, sanırım finansa daha fazla değinmem gerekirdi, yine de finansal deregülasyon konusunda epeyce laf ettim. Belki de daha fazlasını yapmalıydım. Paul Krugman bu konuda haklı. Meselelerden biri finans sektöründe en üst ücreti yükseltmeyle ilgili. Bir diğeri ise finansal deregülasyonun iyi geri dönüş oranlarına erişimde eşitsizliği arttırmış görünmesi ile ilgili. Bu kitapta epey büyük rol oynuyor.

IC: İnsanların eleştirdiği şeylerden biri de küresel servet vergisi fikri. Böyle bir şeyin gerçekten olabileceğine sebep saydığınız bir şey, Kuveyt'te Saddam'la savaşması için 1990'da bir milyon asker göndermiş olmamız ve bunu sadece birkaç ay içinde yapmamız. Bunu yaptıysak, diyorsunuz, kesinlikle vergi cennetleriyle ilgili de bir şey yapabiliriz. Ne demek istediğinizi anlıyorum fakat Irak'la savaşa girme isteğini toplayabilmemizin sebebinin savaşın ekonomik çıkarlarımızı etkilemesi olduğunu savunamıyor musunuz? Ve vergi cennetleri konusunda hiçbir şey yapamamamızın sebebinin de aynı olduğunu?

TP: Ama o zaman İsveç bankaları konusunda neden bir şey yaptık ki?

IC: Değişimin tümden imkansız olduğunu söylemiyorum ama zor.

TP: Ama İsveç bankalarına yönelik yaptırımlara bakın. Beş yıl önce insanlar bunun asla olamayacağını söylüyordu ama oldu. Bu yüzden zor olsa da ilerleme olabilir. Bu bir ya hep ya hiç yaklaşımı değil. Ulusal düzeyde epey ilerleme kaydedilebilir, özellikle de dünya GSMH'sının çeyreğine sahip olan ABD gibi büyük ülkeler için. Dolayısıyla artan oranlı bir servet vergisine yönelmek için diğer ülkelerden izin istemek zorunda değiliz. ABD, kendi servet vergisi sistemini net gelir üzerinden artan oranlı bir vergi sistemine dünyanın geri kalanının iznini istemeden dönüştürebilir.

IC: Fransa’daki ekonomi uzmanları ile ABD’dekileri karşılaştırdığınızda ne düşünüyorsunuz? Gördüğünüz farklılıklar nelerdir?

TP: O kadar da farklı olmadıklarını biliyorsunuz. Temel farklılık şu olabilir ki, Fransa’daki ekonomistler ABD’dekilere göre diğer disiplinleri belki kısmen daha az küçümsüyor. Fransa’da daha çok bir tarihsel ya da sosyolojik araştırma geleneği mevcut.

IC: Size bunu sormamın nedenlerinden biri MIT’de (Massachusetts Institute of Technology) görev yaparken ABD’deki ekonomi uzmanlarının sizi hayal kırıklığına uğrattığını okumam. Bu doğru mu?

TP: Ona dair birçok güzel şey var. Amerikan üniversitelerini sevdim. Birçok bakımdan daha tertipliler –tabii Fransız üniversitelerine göre. Bütünüyle razı gelmediğim şeylerden biri, ekonomistlerin başka alanlara tepeden bakma halleriydi.

Ekonomistler, tarihçilerden, herkesten çok daha zeki olduklarını düşünme eğilimindeler. Ve bu birazcık haddini aşıyor çünkü sonuçta ekonomiye dair çok fazla şey bilmiyoruz.

Sosyal bilimler alanında hepimizin alçakgönüllü ve pratik olması gerektiğini düşünüyorum ve şunu hissediyorum ki, eğer MIT ekonomi bölümünde kalsaydım yapmakta olduğum tarihsel araştırmayı muhtemelen yapmayacaktım çünkü bir çeşit katıksız ekonomi teorisi çalışmaya dair bazı güdülerim olacaktı. Ama biliyorsunuz, sonuçta orada birçok dostum var.

IC: ABD ve Avrupa’dan bahsedersek, her iki bölgede finansal krize yönelik müdahaleler farklı görünüyor ve sizin kesinlikle, ABD’nin müdahalesinin daha iyi olduğuna ilişkin güçlü delil sunabildiğinizi düşünüyorum.

TP: ‘Daha iyi’ derken hangi müdahaleyi düşünüyorsunuz?

IC: Sadece kemer sıkmaya yönelik daha büyük direniş.

TP: Bu doğru. Bunun, Avrupalı federal kurumların ABD’dekilere göre çok farklı olduğu gerçeğinden kaynaklandığını düşünüyorum. ABD kurumlarının kusursuz işlediklerini söylemiyorum. Bazı problemleri var. Ancak Avrupa kurumları çok daha işlevsiz. Eğer ortak bir para birimine sahipseniz, daha fazla entegrasyona, daha fazla siyasi ve mali birliğe ihtiyacınız vardır. Ortak para birimiyle, devalüe etme yetinizi yitirirsiniz. Eurozone ülkeleri 18 farklı kamu borcuna, 18 farklı kurumlar vergisi sistemine ve benzerlerine sahip oldukları sürece bir güvensizlik her zaman olacaktır. Güveni yeniden tesis etmenin tek yolu, daha yakın siyasi ve bütçesel birliğe doğru yol almaktır.

IC: Avrupa kurumları başarısız oluyorsa, sınırları aşan varlık vergisi benzeri şeyleri nasıl yaratırsınız?

TP: Bu, ABD ve Çin gibi büyük ülkeler için daha kolay. Avrupa’da, daha az sayıda ülkeyle daha yakın entegrasyona ihtiyacınız var.

IC: Finansal kriz ve Avrupa Birliği’ne dair sorunlar varken, bunun üstüne küresel ısınma gibi sorunlara baktığınızda, bu neredeyse demokratik kurumlarımızın bu sorunları çözebilme kapasitesine sahip olmadığını düşündürüyor.

TP: Biliyorsunuz, birçok insanın kitabımı okuyarak kanî olmuş göründüğünden daha iyimserim. Bu sorunların çözümü imkansız mı? Hayır. Bakın, beş yıl önce insanlar banka gizliliği ile mücadelenin imkansız olduğunu düşünüyordu. Ama sonrasında ABD, İsviçre bankalarına yaptırımlar uyguladı. Avrupa Birliği ve ABD bir araya gelebilmeli ve işi yapmalı.

IC: Kurumlarımızın işlemediğini iddia eden hareketlerden bahsedersek, son birkaç on yılda Amerika’da bunu yapan soldan iki kesim var. Bunlardan biri küreselleşme karşıtı hareket, diğeri ise Occupy Wall Street idi ve sadece bu iki hareket hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyorum.

TP: Biliyorsunuz, bütün bu hareketlerin yararlı olduğunu düşünüyorum. Ancak zorlamak için belirli politika ölçüleri olursa daha da iyi olacaktır.

IC: Krizlerin daha yaygın biçimde ilerleyeceğini düşünüyor musunuz? Bazıları, finansmanın ekonomide oynadığı rol ile birlikte ekonomik krizlerin giderek daha fazla olası olduğunu öne sürdüler. Analizlerinizde, bunun krizde oynadığı rolü hafife aldığınızı düşünüyor musunuz?

TP: Güzel bir soru. Bilmiyorum. Daha çok kriz olabilir ancak değişiklikler yapmak için bunu bekleyemeyiz. 2008 krizi meselesinde, dünyanın verdiği karşılık çoğunlukla yaratıcı para politikasına bel bağladı. Bu yeterli değil.

IC: Bankaların kamulaştırılmasına dair Amerika’da kriz sonrasında bir tartışma var. Bu tartışmadan ne anlam çıkarıyorsunuz?

TP: Krize yönelik verebileceğimiz en iyi yapısal karşılık, daha iyi mali düzenlemeler, daha çok sosyal güvenlik ve daha çok artan oranlı vergilendirme olurdu. Benim peşinden gideceğim karşı tedbir bu olurdu.

IC: Politik kahramanlarınız var mı?

TP: Politik kahramanlar mı? Pek sayılmaz. Hayır.

IC: Kitabınızda edebiyattan bir hayli söz ediyorsunuz. Bugün, yaşadığımız andan bir şeyler yakalayan bir edebiyat olduğunu düşünüyor musunuz?

TP: Evet, evet. Amerikalı okurların tanımayacağını düşündüğüm Fransız yazarlar. Orada bir Balzac olup olmadığını bilmiyorum.

IC: Burada bir Fransız akademisyenin kitabının patlama yapmış olması ilginç.

TP: Bu uluslararası bir proje. Yirmi ülkeden veriler mevcut. Küreselleşmiş bir dünyada yaşıyoruz ve bu kitap küresel bir araştırma projesinden ortaya çıkıyor.

IC: Bazı araştırmalarınızdan neden daha önce faydalanılmadığını düşünüyorsunuz?

TP: Bunun kısmen, disiplinler arası sınırların bazen çok keskin olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Çalışmalarım ekonomistler için çok tarihsel, tarihçiler için ise çok ekonomik. Öyle olunca kimse faydalanmadı. Ancak sağlam veriler bugün çok daha yararlanılabilir durumda ve kitabım bundan faydalanıyor. Ve bunu, gördüğüm şeyin açıklamasını yapmak için kullandım.

http://www.newrepublic.com/article/117655/thomas-piketty-interview-economist-discusses-his-distaste-marx adresinde yayımlanan röportajdan çevrilmiştir.


Çeviri: Gerçeğin Günlüğü - Dünyadan Çeviri

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

İngiltere’de aylık olarak yayımlanan Prospect dergisi, adına Jonathan Derbyshire, antropolog ve siyasal iktisatçı David Harvey ile yeni kitabı “Kapitalizmin 17 Çelişkisi ve Sonu” üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi. Harvey söyleşide, kapitalizmin günümüzde aldığı şekle, krizlere ve kapitalizme karşı mücadele veren hareketlerin nasıl bir yol izlemesi gerektiğine dair görüşlerini ifade etti.



- Kitabın başında, başkalarının da yaptığı gibi, kapitalizmin en son krizinde, 2008 küresel finans krizinde alışılmadık olan bir şeyler olduğunu söylüyorsunuz. Kitabınızda, “Şu ana kadar neyin yanlış olduğuna dair birbiriyle yarışan teşhisler ve işleri yoluna koymak için teklif tomurcukları olmalıydı. Hayret verici olan şey, yeni düşünce ve politikaların kıtlığı” diye yazıyorsunuz. Neden böyle olduğunu düşünüyorsunuz?


Varsayımlardan biri şu ki, sınıf gücünün devasa yoğunluğu, sermaye sınıfının neden yeni düşünceler görmek isteyeceği sorusuna yol açacak gibi. Durum ekonomi için aksatıcıyken daha fazla zenginlik ve güç toplama kapasiteleri için tam olarak aksatıcı değil. Öyleyse, her şeyi mevcut haliyle tutmakta bir çıkar var. Tabii ki ilginç olan şu ki, durumu 1930’lardaki haliyle tutmakta da kesinlikle çıkar vardı ama bu durum Roosevelt, Keynesyen düşünce ve benzeri şeyler tarafından yenilgiye uğratılmıştı. 1930’larda düşüncenin merkezinde yer alan toplam talep sorunu, Marksizmin isimlendirdiği haliyle bir nakde çevirme sorunuydu. İnsanlar bu soruyu sordu ve sonrasında monetarizm ve arz ekonomisi ile yanıtlanan üretim sorunuyla karşılaşıldı. Ve şu anda dünya, kemer sıkmada daha ileri gidilmesini isteyen arz ekonomisi yanlıları ile Keynesyen çizgiyi tercih eden diğerleri –Çin, Türkiye ve gelişmekte olan ülkelerin çoğu- şeklinde bölünmüş durumda. Ama sadece iki yanıt varmış gibi görünüyor –‘üçüncü yol’ yokmuş gibi-. Demek ki, kapitalizm sınırları içinde olasılıklar da kısıtlı. Başka bir yanıt bulabileceğiniz tek yol kapitalizmin dışına çıkmak ve tabii ki kimse bunu duymak istemiyor.

- Bununla birlikte, kitabınızda, sermaye sınıfı içinde, entelektüel sınıf içinde sizin kapitalizmin ‘çelişkileri’ dediğiniz şeylerin yarattığı tehdidin bilincinde olan unsurlar olduğunu kabulleniyorsunuz. Göze çarpan bir örnek, eşitsizlik sorunu tartışması.

Occupy/İşgal hareketine, bu yeni konuşmaya kıvılcım olduğu için itibar ediyorum. Gerçek şu ki, şu anda New York’ta kendinden öncekilerden tamamen farklı olan ve eşitsizliğe ilişkin elinden gelen her şeyi yapacağını söyleyen bir belediye başkanımız var ve bu konuşma değişikliği Occupy/İşgal hareketinin bir çıktısı. İlginçtir ki, ‘yüzde bir’den bahsettiğinizde herkes ne hakkında konuştuğunuzu biliyor. Yüzde bir sorunu bugün gündemde ve Thomas Piketty’nin ’21. Yüzyılda Sermaye’ kitabında yaptığı gibi çalışmalarla derinlik kazandırılıyor. Joseph Stiglitz’in de eşitsizlik üzerine bir kitabı var ve başka birkaç ekonomist de buna dair konuşuyor. IMF bile şu anda eşitsizliğin belirli bir seviyeye erişmesiyle birlikte tehlike arz ettiğini söylüyor.

- Obama bile bunu söylüyor!

Ama Obama, ilk olarak Occupy hareketi böyle yapmasaydı söylemeyecekti. Ama kim eşitsizlikle ilgili bir şey yapıyor ve durum gerçekte ne şekilde değişmekte? Mevcut politikalara baktığınızda, eşitsizlikleri derinleştirdiklerini görürsünüz. Sorunun retorik düzeyde kabulü olsa da politik düzeyde, etkin politikalar ve fiili yeniden dağıtım anlamında yok.

- Occupy/İşgal hareketinden bahsediyorsunuz. Kitabınızda, ‘radikal soldan geriye kalanlar’ olarak tanımladığınız, ağırlıklı olarak liberter ve devletçilik karşıtı olarak gördüğünüz şeye bir hayli eleştirelsiniz.


Benim, hakim üretim biçimi ve bunun politik söyleminin, kendi muhalefet biçimini oluşturduğuna ilişkin pratik bir temel kuralım var. Büyük fabrikalar ve büyük şirketlerin –General Motors, Ford ve benzerleri- emek hareketi ve sosyal demokrat partilerde, bunları dağıtmak için zemin bulan bir muhalefet yaratmaları ile aynı şekilde ve şu anda, iddialarını dillendirirken sadece belirli bir dil kullanabilen bu türden dağınık bir muhalefet yaratmış durumdayız. Sol, söylediği şeylerin çoğunun derinlemesine muhalif olmak yerine neoliberal etik ile uyumlu olduğunu anlamış değil. Solda bulabileceğiniz devletçilik karşıtı kesim, şirket sermayesinin devletçilik karşıtlığına kilitlenmiş durumda. Solda, “Geriye doğru bir adım atalım ve resmin bütününe bakalım” diyen çok fazla düşünce olmadığı konusunda çok endişeliyim. Kitabımın, bunun konuşulmasına katkı koyacağını umuyorum.

- Kitap ilginç bir yerde bitiyor –‘Politik çalışma için 17 fikir’ şeklindeki program gibi bir şeyle-. Ancak yanıtsız kalan şey -tam da söylediğiniz şeyde muhtemelen ima edilmiş olmasına karşın- böylesi bir programın gerçekleştirilmesi için uygun olan vasıtanın ne olabileceği sorusu. Onu bulacağımız yerde apaçık durmuyor.

Kabul etmemiz gereken şeylerden biri, yeni bir siyaset yapma yönteminin gün yüzüne çıkıyor olduğu. Şimdilik büyük ölçüde kendiliğinden, gelip geçici, gönüllü, kendini kurumsallaştırma konusunda mutlak biçimde isteksiz. Nasıl kurumsallaştırılacağının, çözümlenmemiş bir sorun olduğunu düşünüyorum. Ve buna bir yanıtım yok. Buna rağmen, açık biçimde öyle olmalı, kurumsallaşmalı. Ancak ortaya çıkan yeni siyasi partiler var –örneğin Yunanistan’da Syriza. Beni endişelendiren şey, kitabımda ifade ettiğim şekliyle kitlesel yabancılaşma halinden büyük oranda sağın yararlanıyor olması. Bu nedenle solun, hem sağa dönüşe direnmek, hem de orada olan birçok hoşnutsuzu yakalamak ve neo-faşist yönelim yerine ilerici bir yönelime taşımak için ‘kendimizi bir politik güç olarak nasıl kurumsallaştırırız’ sorusunu ele alması gibi bir aciliyeti var.


- Kitabınızı, kapitalizmin değil, sermayenin çelişkilerini ortaya çıkarma denemesi olarak tanımlıyorsunuz. Bu ayrımı açıklayabilir misiniz?


Bu benim Marx okumamdan kaynaklanıyor. Her nedense Marx’ın, kapitalizmin bu toptancı kavrayışını yarattığı düşünülür, ama bunu hiçbir suretle yapmamıştır. Ekonomi politiğe çok fazla saplanmış ve argümanlarını, bir kapitalist ekonominin işlediği ekonomi mekanizmasının yöntemine hapsetmiştir. Ekonomi mekanizmasını soyutlarsanız, bu ekonomide nasıl sorunlar olabileceğini görebilirsiniz. Bu, kapitalist toplumda her türden başka problemler olmaz demek değildir –kesinlikle ırkçılık, cinsiyet ayrımcılığı, jeopolitik sorunlar da var. Ancak ben daha dar bir sorunla ilgilenmekteydim: bu sermaye birikimi mekanizması nasıl çalışır? Bu mekanizmada bazı sorunlar olduğu, 2007-2008 patlamasından beri oldukça açık. Bu yüzden, bu mekanizmanın sorununun ne olduğunun iyice incelenmesi, daha geniş politikalara doğru bir ileri adımdır. Bu ekonomi mekanizmasının bir hayli karmaşık olduğu ortaya çıkmaktadır. Ve Marx, çelişki ve kriz oluşturma gibi fikirleri vasıtasıyla bu ekonomi mekanizmasının anlaşılması için bir yöntem sunmuştur.

- Bir başka tanımlama sorusu: Sermaye nedir?


Bu, paranın daha fazla para elde etmek için kullanıma koyulduğu bir süreç. Ancak sadece paradan bahsetmeye karşı dikkatli olun, çünkü kitabımda da işaret ettiğim gibi Marx’ta değer ile para arasında karmaşık bir ilişki vardır. Daha fazla değer yaratmak ve el koymak üzere değer elde etmeyi amaçlar –süreç budur. Bununla birlikte bu süreç, farklı biçimler alır –para biçimi, mal ve emtialar, üretim süreçleri, toprak. Bu nedenle fiziksel, ‘şey’e benzeyen tezahürleri vardır ancak esasen ‘şey’ değildir, bir süreçtir.

- Kitabınızın merkezindeki merkezi çözümsel kategori olan ‘çelişki’ kavramına dönelim. Kapitalist ekonominin maruz kalabileceği dış şoklar (örneğin savaşlar) ile kendi algınızdaki çelişkileri arasında ayrım yapıyorsunuz. Öyleyse, benim belirlememe göre, çelişkiler kapitalist sistemin kendi içinde midir?

Evet. Üretim biçimini yeniden tasarlamak isterseniz iç çelişkiler tarafından ortaya konulan soruları da yanıtlamalısınız.

- “Asli”, “devinimli” ve “tehlikeli” şeklinde üç grup çelişki tanımlıyorsunuz. Birinci kategoriyle başlayalım: asli çelişkileri asli yapan nedir?

Kapitalizmle ve kapitalist üretim biçimi ile nerde karşılaştığınızın önemi olmaksızın bu çelişkilerin geçerli olduğunu görürsünüz. Bu nedenle bir ekonomi –günümüz Çin’ine, Şili’ye ya da ABD’ye bakıyor olalım- örneğin kullanım değeri ile değişim değeri sorunu oralarda her zaman var olacaktır. Ekonomi mekanizmasının nasıl kuruluş biçiminden doğan öznitelikler olan sabit mutlak çelişkiler vardır. Ve zaman içinde durmaksızın değişen bazıları da vardır. Böylelikle, nispeten sabit olanlarla çok daha fazla dinamik olanlar ayrımını yapmak istedim.

- Bazı asli çelişkiler diğerlerine göre daha mı asli? Kitaba dair dikkat çekici şeylerden biri analitik çerçevenizdeki her şeyin eninde sonunda değişim değeri ile kullanım değeri arasındaki ayrımdan türüyor olması.

Bu, çözümlemelerin başlangıç noktası. Marx’ın, analizlerine nereden başlayacağını hesaplamak için epey zaman harcaması ve en kapsamlı başlangıç noktası olmasından dolayı oradan başlamaya karar vermesi beni vurdu. Fakat beni etkileyen şey –ve uzun süreden beri Marx üzerine çalışıyorum- ortaya koyduğu çelişkilerin nasıl da birbiriyle yakından bağlı olduğu.

- Diğer asli çelişkiniz özel mülkiyet ile kapitalist devlet arasında. Yani bu gerilim ya da çelişki bireysel mülkiyet hakları ile devletin zor gücü arasında. Şimdi Robert Nozick gibi birini düşünebilirsiniz, bir liberal olarak, Lockean geleneğiyle büyümüş; bunun bir çelişki olmadığını söylüyor. Tam tersine, minimal devletin görevi sadece özel mülkiyeti muhafaza etmeyi garanti altına almak üzerine.

Çelişkiler açısından söylediğim şeylerden biri; bu çelişkilerin daima örtük halde oldukları. Çelişkinin varlığı krizin gerçekleşmesini sebep olmaz bu yüzden. Kriz sadece belirli koşullar altında meydana gelir. Bu yüzden, Gece Bekçisi Devleti’nin yaptığının sadece özel mülkiyeti korumak olduğu fikrini teorik olarak inşa etmek mümkündür. Fakat bizler biliyoruz ki, gece bekçisi devlet aslında bundan daha fazlasını yapmakla yükümlüdür. Piyasalarda kontrol edilmesi gereken dışsallıklar, sağlanması ve sunulması gereken kamu malı ihtiyacı vardır. Bu yüzden devlet basit olarak tarif edilen sözleşmelerin çerçevelerinin çizilmesi, özel mülkiyet haklarının ayarlanmasından başka birçok şeye bulaşmak zorunda kalır.

- Demokrasi ile kapitalizm arasındaki ilişki için bir gerekliliğin olmadığı noktasında itirazlarınız var. Nedenini açıklayabilir misiniz?

Demokrasi sorunsalının çok sayıda tanımlayıcısı var. Sözümona Amerika’da demokrasi var, fakat bu bir parça saçmalık açıkçası. Demokrasi paranın gücüdür, insanların gücü değil. Bana göre 1970’lerden beri, Yüksek Mahkeme, politik süreçteki yolsuzlukları paranın gücüyle meşrulaştırmıştır.

- Son kriz ve sonrasında devlet gücünü ön plana yerleştiren bir hal var. Özellikle Eurozone borç krizi sırasında ve mesele merkez bankalarının gücü. Size göre, mali yardım ve batıkların kurtarılması sürecinde, merkez bankalarının fonksiyonları açısından önemli bir değişiklik oldu mu?

Bunun olduğu çok açık. Merkez bankacılığı tarihi son derece ilginçtir. FED’in kriz sırasında yaptıklarının yasal zemine dayandığı noktasında pek emin değilim. Öte yandan, Avrupa Merkez Bankası (ECB); Marx’ın, kendi düşüncesine göre Britanya’daki 1847-48 krizini genişleten ve derinleştiren Banka Yasası/Bank Act 1844’ten (Bank Act 1844, Birleşik Krallık Parlamentosu’nun 1844 yılında Britanya bankalarının güçlerini sınırlayan ve İngiltere Merkez Bankası’na özel banknot basma yetkisi veren yasal düzenlemesidir. Karl Marx’ın “1844 İngiliz Banka Yasası” başlıklı makalesi, 23 Ağustos 1858 tarihinde New York Daily Tribune gazetesinde yayımlanmıştır; ç.n.) bahsettiği zaman işaret ettiği şeye klasik bir örnektir. Fakat FED ve ECB’nin dâhil olduğu her iki olayda da başlıca kurumların bir çeşit cesaretlendirici ayarlamalarını ve ancak olaylar gerçekleştikten sonra gerekçelendirilebilecek politikaların ortaya çıkışını görüyoruz. Bu yüzden merkez bankası cephesinde bir hareketliliğin söz konusu olduğu kesin.

- Kitabınızda devamlı geri dönüş yaptığınız bir kavram var ve bu kavram metalaştırma.


Sermaye, malların üretimi ile ilgilidir. Eğer metalaşmamış yerler, bölgeler (mekânlar) var ise sermaye o zaman dolaşıma giremez. Sermayenin dolaşıma girmesinde en kolay yollardan biri özelleştirme sisteminin devlete yerleştirilmesidir. Hatta özelleştirilecek şeylerin hayali, kurgusal genişliği söz konusudur; bir nevi sınır yoktur. Karbon ticareti örneğin; kirletme haklarının ticareti, atmosferdeki karbondioksit ve benzeri şeylerin miktarı açısından gayet gerçek etkileri olan hayali, kurgusal malların/metaların kurgulanmasına, yerleştirilmesine mükemmel bir örnektir. Daha önce hiçbir yerde yaratılmamış bir piyasa vasıtasıyla tarihsel olarak sermaye genişlemiş ve yayılmıştır.

- Karl Polanyi’nin bu alandaki çalışmasından oldukça etkilendiniz, öyle değil mi? Özellikle onun başyapıtı Büyük Dönüşüm…

Karl Polanyi Marksist değildi, fakat Marx’ın yaptığı gibi, toprak, sermaye ve emeğin klasik anlamda meta olmadığını ama meta biçimi aldıklarını düşünüyordu.

- Kitabınızın en etkileyici, hatta dokunaklı kısmı metalaşmanın insansal maliyetini hesaplamanız. Özellikle daha öncesinde parasal olmayan insani deneyim alanlarının metalaşması. “Evrensel yabancılaşma” dediğiniz şeyle bağlantılandırılmış. Bundan kastınız nedir?

Sermayenin, emeği ve onun gücünü azaltmak için sürekli olarak çabaladığı, bunu da verimliliği artırarak, zihinsel bağlamda işten kopararak yaptığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu türden bir toplumda yaşadığınızda, iş yerlerinde ne yaptıkları dikkate alındığında herkesin yaşamlarında nasıl da çeşitli anlamlar bulabildiğine dair soru ortaya çıkar. Örneğin Amerikan toplumunun yüzde 70’i işe gitmekten nefret ediyor ya da yaptığı işe tamamen umursamaz durumda. Böyle bir dünyada, insanların kendilerine iş yaşantılarını temel almayan kimlikler bulmaları gerekiyor. Durum bu olunca, hangi kimliği üstleneceklerine dair soru ortaya çıkıyor. Cevaplardan biri ise tüketim. İşte o zaman, az sayıda anlamlı işin olduğu bir dünyada, anlamsızlığı telafi etmeye soyunan anlamsız tüketime yöneliyoruz. Politikacılardan ‘daha fazla iş yaratmak zorundayız’ sözlerini duyduğum zaman tüylerim diken diken oluyor. Ama ne çeşit işler?

Yabancılaşmanın, olanaklarımızın tanımlandığından çok daha farklı kapasite ve güç sahip olduğumuz sanısından kaynaklandığını düşünüyorum. O zaman bir sorun ortaya çıkıyor: Siyasi iktidar, başka olanakların yaratılması konusunda ne denli duyarlı? İnsanlar siyasi partilere bakıyorlar ve orada hiçbir şey yok diyorlar. Bu yüzden seçime katılımdaki düşüşle ifadesini bulan bir gerçeklik olarak politik süreçlere yabancılaşıyorlar; böylece farklı özgürlük çeşidine özlem yaratan bir şekilde meta kültürüne yabancılaşıyorlar. Dünya çapındaki periyodik patlamalar -Gezi Park, İstanbul; Brezilya’daki protestolar; 2011 Londra kalkışması- yabancılaşmanın bir pozitif politik güç haline gelip gelemeyeceği sorununu ortaya çıkarıyor. Ve bu konuda cevabımız evet, bu imkân var fakat bunlar politik partilerle ya da hareketlerle olmayacak. Occupy/İşgal hareketlerinde ya da İspanya'daki Indignados'da (Indignados: 2011 yılında İspanya’da ekonomik kriz karşısında sokağa çıkan eylemcilere verilen isim, öfkeliler; ç.n.) gördüğümüz unsurlar mobilize olmayı denedikleri şekilde bunun unsurlarını görmüştünüz ancak kısa ömürlüler, herhangi bir şey konusunda kayda değer bir bütünleşme sağlayamıyorlar. Bununla birlikte, muhalif kültürel alanlarda birçok mayalanma var ve oralarda umut kaynağı olan hareketlilik mevcut.

- “Tehlikeli “ çelişkileri ele alırken, bana, Marx'ın tarihsel materyalizminin bir versiyonunu sunuyormuşsunuz gibi geliyor. Yani düşünceniz, Marx'ın yaptığı gibi, ‘bugün, geleceğe gebedir’ şeklinde, bununla birlikte bunu kaçınılmaz bir yol olarak yorumlamıyorsunuz. Ve aslında Marx'ın kendisinin de böyle yorumlamadığını düşünüyoruz, öyle değil mi?

Hayır. Marx'ın, sermayenin kendi iç çelişkilerinin ağırlığı altında çökeceğini söylediğini ve Marx’ın, kapitalizmin krizinin mekanik teorisine sahip olduğunu düşünenler var. Fakat ben hiçbir yerde Marx'ın bunu söylediğini bulamadım! Onun söylediği şey, ‘çelişkiler krizlerin kalbindedir ve krizler fırsat anlarıdır’ şeklindedir. Ayrıca ‘insanoğlu kendi tarihini yaratabilir fakat bunu, kendi tercihleri olan koşullar altında yapmazlar’ demiştir. Öyleyse, benim düşünceme göre, eğer liberter değilse, insanlar karar verme yetisine sahiptir ve kolektif olarak şeylerin yönünü birinden diğerine taşıyabilirler diyen bir Marx vardır. Marx, ütopik sosyalizme eleştireldir çünkü senin nerede olduğunla ilgilenmediğini düşünür. Marx, ‘nerede olduğunu analiz etmeli, senin için neyin kullanılabilir olduğunu gördükten sonra bir şeyleri radikal şekilde düzenlemeye çalışmalısın’ demiştir.

http://www.prospectmagazine.co.uk/derbyshire/the-contradictions-of-capitalism-an-interview-with-david-harvey/ adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.


Çeviri: Servet Yıldırım, Erkan Çınar / Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

Ukrayna’da siyasi kriz hafiflemiş görünse de devam ederken ve Ukrayna ile Rusya arasında gerilim artarken, Ukrayna’da faaliyet gösteren sosyalist örgütlerden Borotba (Mücadele) tarafından geçtiğimiz günlerde yazılı bir açıklama yapıldı. Daha önce, Ukrayna’daki krizde taraf olmama ve “oligarkların savaşına katılmama” çağrısı yapan Borotba’nın açıklamasında, özellikle Kırım’da provokasyonlara gelinmemesi gerektiği uyarısında bulunuldu.


Ülkemiz, yakında, neredeyse tam bir ekonomik çöküş, hiperenflasyon ve kitlelerin fakirleşmesi anlamına gelecek sert bir ekonomik kriz ile karşı karşıya kalacak. Böylesi koşullar altında egemen sınıf, bir nevi zorunlu günah keçileri olarak ‘moskali’ (Ruslara verilen aşağılayıcı isim) ve ‘titushki’leri (hükümet destekçilerine verilen aşağılayıcı isim) belirlerken, paramiliter Nazi birliklerine doğru da adım atacak. Böylece ‘vatanseverler’ bahsi geçenlerin hepsine karşı savaş başlatacak. Antifaşist mücadelenin, bugünün birincil görevi olması gerekliliğinin nedeni işte bu.

Yakın zamanda Ukrayna’da yeni hükümet kuruldu. Hükümetin başı, başbakan A. Yatzenuk hükümet, bir ‘kamikaze hükümet’ olarak nitelendirdi. Hükümetin görevi, 25 Mayıs’ta yapılacak seçimlere kadar devam edecek. Yağmacı koşullara sahip IMF kredisini kabul edecek ve müteakip ekonomik çöküşün kurbanı olarak hemen yıkılacak. Bu, muhalefetin liberal-milliyetçi isimlerinin neden hükümete girmediklerine ilişkin iyi bir gerekçe. Buna karşın, daha önce tahmin ettiğimiz üzere, bu ‘kamikaze’ hükümet yine de ultra-liberal ve Neo-Naziler koalisyonunun tam kontrolü altında. Başbakan yardımcılığı ve bir bakanlık koltuğu, Svoboda partisi üyelerine –Sych ve Mochnyk- verildi. Dahası açık bir Nazi ve ‘Trizub of Stepan Bandera’ isimli Nazi örgütünün eski bir yöneticisi olan S. Kvit, Kamusal Eğitim Bakanlığı koltuğunda. Kvit, Kiev Mohyla Akademisi’nin başındayken haklı olarak tüm ilerici öğrencilerin nefreti ile karşılaşmıştı. Ulusal Güvenlik ve Savunma Konseyi’nin müdür yardımcılıklarından biri ise aşırı milliyetçi ‘Right Sector’un lideri A. Yarosh’a teklif edildi.

Darbeciler rejimi, otoriter ve yarı faşist karakterini açığa vurmuştur. Komünistlerin partilerinin aktivitelerinin yasaklanmasına ilişkin tasarı yakın zamanda parlamentoya önerilmiştir.

Ve büyük ihtimalle, böylesi bir ‘yasaklama’, komünistleri katletmeyi ve kıyım başlatmayı amaçlayan Neo-Nazi çetelerin illegal faaliyetlerine yasal kılıf olacaktır. Ukrayna’nın ‘temsili’ Devlet Başkanı A. Turchynov, gazetecileri topladı ve son ‘olaylar’ı nasıl yorumlayacaklarının talimatını verdi.

Right Sector’ün ve diğer Nazi çetelerinin silahlı militanları Ukrayna’nın güneydoğu bölgelerine akın etti. Halkın çoğunluğunun istemlerinin aksine, buralarda iktidara şiddetle el koyacaklar.

Aynı zamanda Kırım’da da bazı provokasyonlar meydana geliyor. Tatar milliyetçilerinin ve İslamcı radikallerin seferberliğine şahit oluyoruz. Aynı zamanda bazı Rus milliyetçi örgütleri de Kırım’ın Rusya ile birleştiğini açıklamaya hazırlanıyor. Kimliği belirsiz şahıslar Kırım Parlamentosu’nu ele geçirmiş durumda. Biz, Kırımlıların büyük kısmının yeterince mantıklı olduğuna, gelmekte olan faşistlere karşı etkili biçimde örgütlenebileceğine, aynı zamanda provokasyonlara rağbet etmeyeceklerine ve Kırım yarımadasının bir etnik şiddet bölgesine dönüşmesine izin vermeyeceklerine kâniyiz.

Bu nedenle, kitlesel seferberlik bağlamında Borotba birliği ve Antifaşist Direniş Merkezi aktivistleri aşağıdaki sloganları ortaya koymaktadır:

Boyun eğmiş iktidarı savunmak yerine halkın öz örgütlülüğünü inşa et.

Etnik ve dile dayalı anlaşmazlıkları körüklemek yerine enternasyonalizm ve halkların dostluğu değerlerini savun.

Oligarklar, yetkililer ve siyasetçiler tarafından yaratılmış krizin yegâne çözümü sosyalist bir toplumun yaratılmasıdır.

Antifaşist seferberliğin ilanının ardından, aktif katılım ve destek öneren yüzlerce mektup aldık. Merkezimiz, herkese bir seferde yanıt vermek için yeterli değil ancak herkesle bağlantıya geçecek ve herkesi ortak davamıza dahil etmeye çalışacağız.

Bugün, Ukrayna’nın her yanındaki yoldaşlarımız ajitasyonu sürdürmenin ‘yeraltı’ taktiklerini kullanıyor: graffitiler çizmek, bildiri dağıtmak vb. Ajitasyon çalışmasında bulunmak isteyen herkese kesinlikle her şeyi göndereceğiz.

Mücadeleye katıl!


http://borotba.org/communique_4_of_the_borotba_union_and_centre_of_anti-fascist_resistance.html adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi