Content feed Comments Feed

Fidel Castro: Eşitlerin ortaklığı

23 Mart 2011 Çarşamba



Cumartesi akşamı, ayın 19'unda, şaşalı bir ziyafet sonrası NATO liderleri Libya’ya saldırı emrini verdi.

Tabii ki hiçbir şey, reddedilemez hakimiyetinin peşinde olan Birleşik Devletlerin yokluğunda gerçekleşemezdi. Avrupa'da o kurumun komutanlığından üst düzey bir yetkili "Odyssey Şafağı"nın başlamak üzere olduğunu açıkladı.

Dünya kamuoyu Japonya'daki trajedi ile yoğun bir şekilde meşguldü. Deprem, tsunami ve nükleer kaza kurbanlarının sayısı artmaya devam etti. O ana dek binlerce kişi ölü, kayıp ve radyasyon bulaşmış insan vardır. Aynı zamanda nükleer enerji kullanımına karşı direnç de önemli ölçüde artacaktır.

Dünya; iklim değişikliklerinin faturasının, gıda kıtlığının ve pahalılığının, askeri harcamaların, doğa ve insan kaynaklarının israfının giderek artmasının ızdırabını yaşıyor. Savaş böyle bir zamanda olabilecek en vakitsiz olaydır.

Obama'nın Latin Amerika gezisine, halk geçmişten hareketle ciddi ilgi göstermişti. Brezilya'da, Amerika Birleşik Devletleri ve kardeş Brezilya ulusu arasındaki çelişkili çıkarlar belirginleşmiştir.

Rio de Janeiro'nun 2016 Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapmak için Chicago ile yarışmasını unutamayız.

Obama, Güney Amerikalı devin dostluğunu kazanmak istiyordu. Brezilya’nın uluslararası arenayı hayran bırakan “sıradışı yükselişinden” bahsetti ve dünyanın en hızlı büyüme oranına sahip ekonomilerinden biri olan ekonomisini övdü, fakat Brezilya'nın seçkin Güvenlik Konseyi'nin daimi ve ayrıcalıklı üyelerinden biri olmasını desteklemekte asgari bir taahhütte bile bulunmadı.

Brezilya Devlet Başkanı, Birleşik Devletlerin muhatap ülke ekonomisi önünde zorlu bir engel oluşturan tarifeler ve sübvansiyonlarla, Brezilya aleyhine uyguladığı korunmacı tedbirlere karşı görüşlerini açıkça ilan etmekte duraksamadı.

Arjantinli yazar Atilio Boron şunları söylüyor: "...imparatorluğun yöneticisi olarak Obama'yı en çok ilgilendiren şey Amazon havzasının gelişen kontrolünde avantaj sağlamak. Bölgede büyüyen politik ve ekonomik kordinasyon ve bütünleşme, ABD tarafından durdurulabilir olmaktan çıktığından beri, planlarının temel amacı gelişimi yavaşlatmaktır: bu ALCA’nın (Amerika Serbest Ticaret Bölgesi) 2005'teki çöküşünden ve 2008'de Bolivya, 2010'da Ekvador'da gerçekleşen sonuçsuz ayrılıkçı komplo ve darbelerin ardından çok daha önemli olmuştur. Aynı zamanda bölgedeki en radikal yönetimler (Küba, Venezüela, Bolivya ve Ekvador) ve “ilerici” hükümetler (özellikle Brezilya, Arjantin ve Uruguay) arasında nifak tohumları ekmeyi de denemiştir."

"En küstah Amerikan stratejistlerine göre, Antarktika gibi Amazon nehir havzası da, ulusal bağımsızlıkların tanınmadığı serbest bir erişim alanıdır ..."

Yarın Obama Şili'ye hareket ediyor. Onun Şili'ye varışından önce bugün, pazar günü, El Mercurio gazetesine verilmiş, röportajı yayımlandı. Bu röportajda, kendi deyimiyle "Amerika kıtasındaki müzakere"nin Latin Amerika'da “Eşitlerin Ortaklığı”na dayandığını itiraf etmesi, bizim pratikte, Domuzlar Körfezi’ne paralı askerlerce düzenlenen çıkarmayı takip eden “İlerleme için İttifak” döneminde olduğu gibi soluğumuzu kesiyor.

Obama sade bir dille yarımküre için ABD vizyonunun [...] o ABD başkanı olduğundan bu yana eşitlerin ortaklığı kavramı üzerinde şekillendirildiğini söylüyor.

Obama, aynı zamanda ekonomik büyüme, enerji, güvenlik ve insan hakları gibi birlikte çalışabilecekleri belirli konulara odaklanabileceklerini ifade etmektedir.

Bu vizyonun 'kamu güvenliğinin geliştirilmesi, ekonomik fırsatların genişletilmesi, temiz bir enerji geleceğinin sağlanması ve paylaştığımız demokratik değerlerin desteklenmesi' amacında olduğunu vurgulamaktadır.

...ABD ve onun ortaklarının kilit bölgesel ve evrensel konularda sorumluluklarını paylaştıkları güvenli, istikrarlı ve müreffeh bir yarımküreyi destekliyor.

Görebildiğimiz üzere, her şey hayret verici bir şekilde güzel, tıpkı Reagan'ın sırları gibi 200 yıl içinde yayınlanmak üzere gömülmeye layık.

Problem şu ki, DPA ajansının La Tercera gazetesinin gerçekleştirdiği araştırmaya dayanarak bildirdiği şekilde “... 2006 yılında, Şili nüfusunun yüzde 43'ü nükleer santralleri reddetmekteydi.”

“İki yıl sonra reddetme yüzde 52'ye yükseldi ve 2010 yılında yüzde 74'e ulaştı.” Bugün, Japonya'da olanlardan sonra “... Şilililerin yüzde 86'sı ...”
Obama'ya sadece bir soru sormalıyız. Onun şanlı haleflerinden biri olan, Richard Nixon'un, darbe ve Salvador Allende'nin kahramanca ölümüne, binlerce insanın işkence görmesine ve ölümüne sebep olduğu dikkate alındığında, Obama Şili halkından af diler mi?


Fidel Castro Ruz
20 Mart 2011
20:14


http://en.cubadebate.cu/reflections-fidel/2011/03/21/partnership-equals/ adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.


Libya'da halkın diktatör Muammer Kaddafi yönetimine karşı isyanına "destek" bahanesiyle günlerden beri planlanan "uluslararası müdahale" bu akşam saatlerinde başladı. Saldırı, Türkiye saati ile 18:45 dolaylarında Fransa'ya ait uçakların hava bombardımanı ile başlarken ve ABD'nin Tomahawk füzeleriyle desteklenirken, saldırıya başka ülkelerin de katılması bekleniyor. Saldırıya dair son dakika gelişmelerini aşağıdan takip edebilirsiniz:


- Libya'nın başlıca hava üslerinden biri, ABD'nin B-2 ağır bombardıman uçakları tarafından bombalandı.

- Libya'ya dair BM kararına çekimser oy veren Çin'in Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, ülkenin Libya'daki son gelişmeleri dikkate aldığı ve ülkeye yönelik askeri saldırıya dair üzüntüsünü beyan ettiği açıklandı.

- Libya Devlet Televizyonu haberine göre saldırıda şu ana kadar 48 sivil öldü, 150'si de yaralandı.

- AFP'ye göre Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri de saldırıya katılmak üzere yaklaşık 30 uçak gönderecek.

- Pentagon: Şu anda Libya üzerinde uçan hiçbir ABD uçağı yok.

- ABD, saldırının idaresini Fransa'dan devraldı.

- Libya Devlet Televizyonu'na göre Trablus'ta sivil hedefler vuruldu.

- Kaddafi: Cephanelikler Libya'yı savunmaları için halka açıldı.

- Kaddafi: Saldırı, ikinci bir "Haçlı Seferi" başlatacak.

- Kaddafi: Akdeniz, savaş alanına dönüşmekte.

- Kaddafi: Şimdi bütün cephanelik ve silahları Libyalılara açmalıyız.

- Libya Devlet Televizyonu: Kaddafi, kısa süre içerisinde "Haçlı saldırısına" dair bir konuşma yapacak.

- Libya Devlet Televizyonu, saldırıya katılan güçleri "Haçlı güçleri" olarak tanımladı.

- ABD, saldırıda Trablus ve Misurata'daki hava savunma sistemlerinin hedef alındığını belirtti.

- Libya Devlet Televizyonu: Fransa'ya ait bir savaş uçağı düşürüldü.

- Libya Hükümet Sözcüsü: İlan ettiğğimiz ateşe sadık kaldık. Biz BM'den yaşananları yerinde incelemek üzere gözlemci göndermesini istedik, onlar bize füze gönderdiler.

- Libya Hükümet Sözcüsü, yaşananları "barbarca bir saldırı" olarak yorumlarken, bombardımanın sivil halka ve yerleşim yerlerine ciddi zarar verdiğini belirtti.

- ABD ve İngiliz donanmalarına ait gemilerden Libya'ya 110 Tomahawk füzesi atıldı.

- Trablus'ta meydanlara çıkan Kaddafi taraftarları, milliyetçi marşlar söylerken isyandan El Kaide'yi sorumlu tutuyorlar.

- Libya'ya saldırı, Fransa'ya ait savaş uçaklarının bombardımanı ile başladı.


Hüsnü Mübarek’in korku duvarı, insanlar başkalarının da arzularını paylaştıklarını görebildikleri zaman çökmeye başladı.

1990’larda birileri Hüsnü Mübarek’in ismini sadece fısıldayabilirdi. Telefon konuşmalarında politik konuşmalardan veya şakalardan kaçınılırdı. Bu yıl milyonlarca Mısırlı yaşlanan tiranlarına karşı 18 gün boyunca mücadele etti, kendilerine gaz bombası atan, plastik ve gerçek mermi sıkan polis güçlerine göğüs gerdi. Mısır’daki insanlar korku duygularını kaybettiler, ancak bu bir gecede gerçekleşmedi. Mısır devrimi, 25 Ocak 2011’de olup bitmekten ziyade, geçtiğimiz on yıl boyunca mayalanan bir sürecinin sonucudur –2000 yılı sonbaharında Filistin intifadası ile dayanışma amacıyla yapılan protestoların zincirleme reaksiyonu.

Mübarek’in demir yumruk yönetimi ve 1990’larda yönetim ile İslamcı militanlar arasındaki kirli savaşın patlak vermesi, sokaktaki muhalefetin ölümüne yol açtı. Kamusal toplantılar ve sokak protestoları yasaklandı ve gerçekleşmeleri halinde şiddetle karşılaştı. Grevcilere karşı gerçek mermiler kullanıldı. Sendikalar hükümet kontrolüne girdi.

Ancak Eylül 2000’de Filistin intifadasının patlak vermesinin ardından on binlerce Mısırlı protesto için –muhtemelen 1977’den beri ilk kez- sokaklara çıktı. Bu göstericiler Filistinlilerle dayanışma içinde olmalarına rağmen kısa sürede rejim karşıtı bir boyut kazandılar ve barışçıl protestolasrı bastırmak için polis ortaya çıktı. Bununla birlikte başkan, tabu konusu olarak kaldı ve Mübarek karşıtı sloganlar nadiren duyuldu.

Protestocuların hep birlike başkana karşı slogan attıklarını ilk duyduğum zaman olarak Nisan 2002’de Kahire Üniversitesi çevresindeki Filistin’i destekleyen isyanı hatırlıyorum. Protestocular, kötü şöhretli güvenlik güçleri ile çatışırken Arapça “Hüsnü Mübarek, Ariel Şaron’un aynısı” sloganını attılar.

Öfke, Mart 2003’te Irak savaşının başlaması ile birlikte daha geniş çapta patladı. 30 binden fazla Mısırlı Kahire’nin merkezinde polisle çatıştı, kısa bir süre için Tahrir Meydanı’nı ele geçirdi ve Mübarek’in fotoğraflarının olduğu billboardları yaktı.

El Cezire ve diğer uydu kanalları tarafından yayınlanan Filistin ayaklanması görüntüleri veya Irak’taki ABD öncülüğündeki saldırı, tüm Mısır’daki eylemcilerin korku duvarını tuğla tuğla yıkmasını teşvik etti. Filistin destekçisi ve savaş karşıtı kampanyacılar, devlet başkanı ve ailesi ile dövüşen Kifaya Hareketi’ni 2004 yılında faaliyete geçirdi.

Fakat Kifaya, işçi sınıfı ve kent yoksulları arasında kitlesel destek bulmakta başarısız oldu, Kifaya’nın hem sosyal, hem anaakım medyayı kullanması ülkedeki politik kültürün değişmesine yardım etti. Milyonlarca Mısılı evlerinde otururken bu genç gözüpek eylemcilerin, bir on yıl önce tasavvur edilemeyecek biçimde Kahire’nin merkezinde başkanla dalga geçişlerini, sloganlarla pankart taşıyışlarını izleyebildi.

Aralık 2006’da, Nil Deltası’ndaki Mahalla şehrinde bulunan Orta Doğu’nun en büyük tekstil imalathanesindeki işçiler greve gitti. Eylem, endüstriyel mücadeledeki baskında ve IMF ve Dünya Bankası’nın lütfu olan neo-liberal programın saldırganlığından kaynaklanan yirmi yıllık sûkunetin ardından geldi. İşçilerin medyada geniş biçimde yer alan zaferlerinin ardından tekstil sektörü, Mahalla’dakilerin kazanımlarını aynılarını talep eden başka imalathanelerdeki işçilerle bir grev dalgası içinde kayboldu. Endüstriyel militanlık, kısa sürede ekonominin diğer sektörlerine yayıldı. Hem sosyal medya, hem de anaakım medya tarafından yaynlanan grev görüntüleri, milyonlarca işçinin aşama aşama korkularının üstesinden gelmesi ve diğer sektörlerdeki grevlere dair zafer haberlerinden ilham alarak protestolar örgütlemeleri anlamına geldi. 2007’deki grev dalgasını yazan bir gazeteci olarak grevcilerden sıklıkla şunu duydum: “Mahalla’dan duyduklarımızın ardından harekete geçmek için yüreklendik.”

Bazıları tarafından sadece ekonomik olduğu şeklinde dudak bükülmesine karşın, grev özü itibariyle politikti. Nisan 2008’de Mahalla’da, ekmek fiyatı nedeniyle mini bir isyan gerçekleşti. Güvenlik güçleri, ayaklanmayı iki günde bastırdı, geride üç ölü, yüzlerce tutuklu ve işkenceye maruz kalmış insan kaldı. “Mahalla İntifadası” olarak bilinir hale gelen şeyden görüntüler, Mübarek posterlerini indiren, sokaklarda polislerle çatışan ve en çok nefret edilen Ulusal Demokratik Parti’nin sembollerini hiçe sayan göstericilerle 2011’de gerçekleşenler için bir kostümlü prova teşkil etti. Kısa süre sonra Nil Deltası’nın kuzeyinde bulunan El-Borollos kentinde benzer bir ayaklanma gerçekleşti.

Söz konusu ayaklanmaların bastırılmasına rağmen ülke günlük olarak grevlere, işçilerin oturma eylemlerine ve Kahire merkezi ile diğer şehirlerde eylemcilerin küçük gösterilerine şahit olmaya devam etti. 2010 ilkbaahar ve kışında protestolar düzenleyen işçiler, ülkedeki köşe yazarlarının “Kahire’nin Hyde Parkı” şeklinde tanımladıkları biçimde parlamento çevresini işgal etti.

Devlete karşı söz konusu günlük ekonomik ve politik mücadeleler, şayet herhangi bir zamanda var olduysa, Mübarek rejiminin meşruiyetinin aşınması anlamına geldi.

Ekim 2010 itibariyle, kesinlikle ortalıkta dolaşan bir şeyler vardı. İşe giderken şurada burada bir grevle karşılaşmak normal hale gelmişti. Evden işe giden devlet memurları, Kahire merkezinde küçük protestolar düzenleyen eylemcilerin önünden geçiyordu. Bakıyorlardı ve çok nadiren tepki gösteriyorlardı. Ancak günlük ihtilafın görsel sunumlarına şahit oluyorlardı.

Sonra Tunus kendi isyanını yaptı, tiranı devirdi ve daha önemlisi devrim, yine ağırlıklı olarak El Cezire tarafından Mısır ve başka yerlerdeki milyonlarca izleyiciye yayınlandı. Bu, çok sayıda katalizörden sadece biriydi –günlük polis vahşeti vakaları başkalarını temin etti.

25 Ocak 2011’de başlayan ayaklanma, korku duvarının ufak ufak yıkıldığı uzun bir sürecin sonucuydu. Bunun anahtarı, alandaki eylemlerin mümkün olan en geniş seyirci kitlesine görsel olarak nakledilmesiydi. Hiçbir şey, birinin korkusunun aşınmasına, başka yerlerde kendisiyle aynı özgürük arzusunu paylaşan ve harekete geçen başkalarının olduğunu bilmekten daha çok yardım edemez.


http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2011/mar/02/egypt-revolution-mubarak-wall-of-fear adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi