Content feed Comments Feed


Bolivya Dışişleri Bakanı David Choquehuanca, dün (Cumartesi) yaptığı açıklama ile Evo Morales hükümetinin, Honduras’ta yapılan seçimler ile göreve gelen yeni devlet başkanı Porfirio Lobo’yu, ülke olarak diktatörlüğü reddetmeleri nedeniyle tanımayacağını belirtti.

Choquehuanca’nın açıklamasını yayınlayan Bolivya gazetesi La Razon’da başka birkaç ülkenin daha seçim sonuçlarını tanımayacağı belirtildi. Bolivyalı üst düzey yetkililer Roberto Micheletti öncülüğünde 28 Haziran 2009’da gerçekleştirilen darbe sonrasında devrilen Manuel Zelaya’yı “darbenin kurbanı” olarak tanımlıyor.

Bolivya Dışişleri Bakanı Choquehuanca ayrıca, ülkesinin duruşunu değiştirmeyeceğini, çünkü kendi halklarının da geçmişte askeri diktatörlük nedeniyle acılar çektiğini sözlerine ekledi.

Porfirio Lobo, geçtiğimiz Çarşamba günü uluslararası toplumdan gerekli desteği almaksızın göreve başlamıştı.

Honduras’taki mevcut hükümet, Latin Amerika ülkeleri Kasım 2009’da fiili yönetim tarafından düzenlenen seçimleri tanımadığından, söz konusu ülkelerin birçoğu tarafından tanınmama riskini taşıyor.


http://www.prensa-latina.cu/index.php?option=com_content&task=view&id=158664&Itemid=1 adresinde yayımlanan haberden çevrilmiştir.


ABD merkezli Big Think internet sitesinin Çarşamba günü hayatını kaybeden Howard Zinn ile geçtiğimiz senelerde yaptığı mülakatın metni, Monthly Review'de yayınlandı. Aşağıda mülakatın tam metnini bulabilirsiniz:

- Felsefeniz nedir?

Öncelikle bunun demokratik sosyalizm olarak adlandırılabileceğini sanıyorum, buna inanıyorum, çünkü ekonomik sistemin güdüsünün şirket kârı değil, egemen olan halkın refahı olduğu, dünya varlıklarının dağılımında eşitliğin olduğu, barışçıl ve kaynaklarını ülkedeki ve her yerdeki insanlara adayan bir topluma ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Ve artık dertlerin ve problemlerin çözümünde savaşa başvurulmayacak bir dünyaya inanıyorum. Sınırların yok edilmesine inanıyorum. Vizelere, pasaportlara, göçmen kontenjanlarına inanmıyorum. Bir küresel topluma doğru ilerlememiz gerektiğine inanıyorum. Küreselleşme kelimesini kullanıyorlar, ama bana göre çok dar anlamda kullanıyorlar –şirketlerin sınırlar boyunca ilerlemesi özgürlüğü anlamında- ancak bizim ihtiyacımız olan halkın ve kişilerin sınırlar boyunca ilerlemesi özgürlüğü. “Hapishanesiz sosyalizm”den bahsederken kastettiğim ekonomiye daha büyük toplumsal müdahale ama bireysel özgürlüklerden mahrum olmadan müdahale. Hollywood yazarlarını zahmete sokmayın. Şunu basitçe söyleyin: evet o “hapishanesiz sosyalizm” dedi.

- Anarşizm, sosyalizm ve komünizmi nasıl harmanlıyorsunuz?

Hepsinin en iyi unsurlarını almayı tasarlamak istiyorum. Komünizm –eğer komünizmi Sovyetler Birliği’nden ve kendini Marksist, komünist olarak adlandıran, komünizm sadece Marx ve Engels tarafından tahayyül edilmiş gibi davranan bürokratik ve totaliter ülkelerden ayrı tutarsak- sonuçta dünya kaynaklarının herkes için ve akılcı kullanımı özgürlüğünün olduğu bir toplumsal düzendir. Komünizmden alınacak şey budur. Ben biraz önce tanımladığım şeye sosyalizmden ise demokratik yöntemlerle seçilmiş hükümetin kaynakların eşit dağıtılması ve halka yardım edilmesi amacıyla kullanılmasını alırdım. Anarşizmden ise otoriteye ve tüm devletlere itimatsızlığı, eleştirme istekliliğini ve herhangi bir devlete karşı başkaldırıyı alırdım. Devletler insani bir yöntemle yola koyulabilirler ancak kolaylıkla katı ve diktatoryal hale gelebilirler. Anarşizm, amaç olarak devletin baskısından, şirketlerin gücünden ve kiliseden sıyrılmış bireylerin olduğu adem-i merkeziyetçi bir toplum fikrine sahiptir. Dolayısıyla her üçünde de yararlı unsurlar olduğunu düşünüyorum.

- Bu gerçekçi bir düşünme yöntemi midir?


Pekala, acilen ulaşılabilir bir şey olmak açısından elbette gerçekçi değildir, fakat bunu amaç olarak edinmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Ütopyacı olmayan, felsefi bir algı bunu tamamen kuramsal ve uygulanamaz gösterecektir. Bundan dolayı, bu yakın bir olasılık ve ihtimal olmasa da, bugün ne olduğunu, amaca karşı bugün ne gibi politikalar olduğunu bilmek açısından iyi bir toplumun neye benzeyeceğine dair fikrin olmasının önemli olduğuna inanıyorum.

- Hatırlatmak istediğiniz bir şey var mı?


Eğer bir şey anımsatmak istersem bu, dünya, savaş, insan hakları, eşitlik konularında farklı bir düşünme yöntemi sunmak, çok daha fazla insana bu düşünme biçimini idrak ettirmek, çok daha fazla insanın şu ana kadar zenginlik ve silahlar vasıtasıyla insanların elinde kalan bu gücün farkına varmasını, bu gücün sonunda halkın elinde olmasını sağlamak için olur ve insanlar bu gücü kullanabilirler; tarihin belli noktalarında da kullanmışlardı. Güney’deki siyah insanlar kullanmıştı, kadın hareketindeki, savaş karşıtı hareketteki, diğer ülkelerde tiranları deviren halklar kullanmıştı. Hatırlatmak istediğim, halklara umut hissi veren kişiler ve daha önce sahip olmadıkları güç.


http://mrzine.monthlyreview.org/2010/zinn280110.html adresinden çevrilmiştir.


ABD’li tarihçi, oyun yazarı ve toplumsal eylemci Howard Zinn dün 87 yaşında hayatını kaybetti. Kızı Myla Kabat-Zinn’in Associated Press’e (AP) verdiği bilgiye göre, bir milyonun üzerinde satış yapan ve ABD tarihine soldan bir bakış içeren “ABD Halklarının Tarihi” kitabının yazarı olan Zinn, Santa Monica-California’da geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda etti.

20'den fazla kitap yazan ve oyunları dünyanın dört bir yanında sahnelenen Zinn’in en bilinen eseri 1980 yılında ilk baskısı sadece 5 bin adet basılan “ABD Halklarının Tarihi” kitabıydı. ABD tarihinin –Howard Zinn’in soykırımla suçladığı- Kristof Kolomb’un ABD’ye ayak basmasından Bill Clinton yönetiminin birinci dönemine kadar olan kısmına revizyonist bir bakış içeren kitap tarihe Amerikalı kadınların, Amerika yerlilerinin ve emekçilerin bakış açısından bakıyordu.

Zinn kitabında, “Amacım, anlatılan tarihteki Kolomb’u yokluğunda suçlamamız, yargılamamız, mahkum etmemiz gerektiğini belirtmek değil. Bunun için çok geç; bu ahlaken yararsız bilimsel bir çalışma olacaktır. Gaddarlıkların, acıklı fakat gelişme için ödenmesi gereken bedeller olarak kolayca kabulü (Batı medeniyetini kurtarmak için Hiroşima ve Vietnam, sosyalizmi kurtarmak için Kronstadt ve Macaristan, hepimizi kurtarmak için nükleer yayılma) hâlâ bizimle. Bu gaddarlıkların hâlâ bizimle olmasının bir nedeni, radyoaktif atıkları konteynırlar ile dünyaya gömmemiz gibi bunları da diğer gerçekler yığınına gömmeyi öğrenmemiz” demişti.

24 Ağustos 1922’de New York’ta doğan ve Brooklyn’de Yahudi göçmeni bir işçi ailesinde büyüyen Zinn, 18 yaşına geldiğinde tersane işçisi oldu, daha sonra ise hava kuvvetlerine katıldı ve II. Dünya Savaşı sırasında bombardıman pilotu olarak görev aldı. Savaş sırasındaki deneyimleri onun savaş karşıtı duruşunu şekillendirirken dönüşünde 27 yaşında önce lisans öğrenimi için New York Üniversitesi’ne girdi, daha sonra ise Columbia Üniversitesi’nde tarih üzerine master ve doktora yaptı. Okuduğu süre içerisinde geçimini sağlayabilmek için geceleri ambarlarda kamyon yükleme işinde çalışan Zinn, daha sonra ise Alicia Walker ve Marian Wright Edelman’ın da aralarında olduğu yurttaş hakları hareketi eylemcileri ile birlikte çalıştı ve savaş karşıtı protestolara öncülük etti. Boston Üniversitesi’nden profesör olarak emekli olan Zinn, birçok onur nişanı aldı ve son olarak da “barışçıl görüş, niyette ısrar ve ilham verici eylemleri” nedeniyle New York Üniversitesi’nden Martin Luther King, Jr. Yardımseverlik Ödülü’nü kazandı.

Aralık ayında Zinn tarafından öykülenen ve Halkların Tarihi üzerine kurulu olan bir belgesel History Channel’da yayınlandı. ABD tarihi boyunca toplumsal değişim için sesini yükseltenleri anlatmayı amaçlayan belgeselin yapımcılığını Matt Damon ile birlikte Zİnn’in kendisi üstlenirken, Morgan Freeman, Bob Dylan, Viggo Mortensen, Bruce Springsteen ve başka isimler de belgeselde rol aldı.

“Başkaldırmak fevkalade bir zaferdir”


ABD Halklarının Tarihi kitabının ABD’deki okullarda okutulmasına önayak olan “Zinn Eğitim Projesi” isimli kuruluştan yapılan açıklamada Zinn’in ölümünden “derin üzüntü duyulduğu” belirtilerek, “İnanılmaz enerjisi, kıvrak zekâsı, bilinci, politik analizleri, bakışı ve fedakârlığı, bizi onun hepimizden daha uzun yaşadığına inandırdı. 87 yaşında bilgilendirmeye ve tüm ülkede sunumlarıyla, radyo söyleşileri, makaleleri ve yaptığı filmlerle ilham vermeye devam etti” denildi. Kuruluşun açıklamasında ayrıca şu ifadelere yer verildi:

“Howard Zinn’in hayatını ve yaptıklarını yansıtırken, varlığını sürdürmeye ihtiyaç duyarken otobiyografisinin kapanış kelimelerine başvuruyoruz, Giden Bir Trende Dengede Duramazsınız. O, şöyle yazmıştı:

‘Kötü zamanlarda iyimser olmak sadece aptalca romantik olmak değildir. Bu, insanlık tarihinin sadece gaddarlık tarihi değil, aynı zamanda merhamet, fedakârlık, cesaret ve şefkat tarihi olduğu gerçeğine dayanır.

Bu karmaşık tarihte üzerinde durmayı seçtiğimiz şey yaşamlarımızı belirleyecek. Eğer sadece en kötüsünü görürsek bu bizim bir şeyler yapma kapasitemizi yok eder. İnsanların ihtişamlı davrandıkları zamanları ve yerleri hatırlarsak –ki bunlar çok sayıdadır- bu bize eyleme enerjisi ve en azından dünya fırıldağını farklı bir yöne sevk etme ihtimali verir.

En azından azıcık harekete geçersek, eylersek, büyük ütopik geleceği beklemek zorunda kalmayız. Gelecek, bugünlerin sonsuz halefidir ve bugün insanoğlunun yaşaması gerektiğini düşündüğümüz gibi yaşaması için, çevremizde kötü olan her şeye başkaldırmanın kendisi fevkalade bir zaferdir.’

Howard Zinn, senin fevkalade bir zafer olan hayatının şerefine çevremizde kötü olan her şeye başkaldıracak ve dünyanın yönünü adaletten yana çevirmeye çalışacağız.”

Dilbilimci-yazar Noam Chomsky de Zinn’in ölümünün ardından yaptığı açıklamada, Zinn’in Amerikan entelektüel ve ahlaki kültürüne hayret verici bir katkıda bulunduğunu ifade ederek, “Amerika’nın vicdanını hayli yapıcı bir yolla değiştirdi. Gerçekten de bu bakımdan onunla karşılaştırabileceğim biri olduğunu düşünmüyorum” diye konuştu.

Zinn’in eserleri arasında “ABD Halklarının Tarihi”, “İtaatsizlik ve Demokrasi”, “Gündelik Hayatta Adalet”, “Bağımsızlık Deklarasyonları”, “Yeni Düzen Fikri” gibi kitaplarının yanı sıra, anarşist kadın lider Emma Goldman’ı anlattığı “Emma” ve “Venüs’ün Kızı” isimli oyunları da yer alıyor. Zinn’in “Marx Döndü” isimli eserinden oyunlaştırılan ve Türkiye’de “Marx’ın Dönüşü” ismi ile bilinen oyun ise dünyanın birçok ülkesinde sahnelenmişti.

Zinn’in cenaze törenine ilişkin ise herhangi bir açıklama yapılmadı.



http://www.zmag.org/zvideo/3340 , http://www.boston.com/news/local/breaking_news/2010/01/howard_zinn_his.html ve http://www.zinnedproject.org/posts/5311 adreslerinden derlenerek çevrilmiştir.


Fidel Castro, 23 Ocak günü yaptığı yazılı açıklama ile Küba’nın deprem sonrasında Haiti’ye yardım için elinden geleni yaptığını ve yüzlerce doktorunu bölgeye gönderdiğini belirterek, bölgeye doktor göndermek yerine asker göndermeyi tercih eden ABD ve diğer ülkeleri eleştirdi:

Haiti’de gerçekleşen, komşu kardeş ulusumuzu harap eden felaketten iki gün sonra, 14 Ocak’taki açıklamamda şöyle yazmıştım: “Küba, küçük ve ambargo altındaki bir ülke olsa da sağlık ve diğer alanlarda Haiti halkı Küba’nın yardımını almıştır. Yaklaşık 400 doktor ve sağlık çalışanı Haitililere ücretsiz olarak yardım etmekte. Doktorlarımız ülkenin 237 yerleşim yerinin 227’sinde her gün çalışmakta. Öte yandan 400’den genç Haitili ülkemizden tıp doktoru diploması almış durumda. Onlar şimdi, bu kritik durumda hayat kurtarmak üzere dün ülkeye giden destek güçlerinin yanında çalışacaklar. Böylece binden fazla doktor ve sağlık çalışanı herhangi bir özel çaba sarf edilmeksizin seferber olabilecek ve çoğu Haitililerin hayatını kurtarmayı ve yaralıları iyileştirmeyi arzulayan her devletle işbirliği yapmaya şimdiden hazır.”

“Tıbbi ekibimizin başkanı, bizi oradaki durumun zor olduğu, ancak şimdiden hayat kurtarmaya başladıkları konusunda bilgilendirdi.”

Kübalı sağlık uzmanları durmaksızın, saatlerce, gece gündüz, ayakta kalan birkaç tesiste, çadırlarda ve artçı şoklar nedeniyle halk korktuğundan beri parklarda veya açık alanlarda çalışmaya başlamıştı.

Durum aslında düşünüldüğünden çok daha ciddiydi. On binlerce yaralı Port-au-Prince sokaklarında yardım için feryat ediyordu, ölü ya da diri, balçık yığınının veya nüfusun büyük çoğunluğunun yaşadığı kerpiçten yapılma evlerin altında. En sağlamı bile çökmüş. Bunun yanında yıkılmış mahallelerde Latin Amerika Tıp Okulu’ndan mezun doktorların izini sürmek önemli. Bu doktorların çoğu trajediden doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenmiş.

Birçok Birleşmiş Milletler (BM) yetkilisi yatakhanelerinde sıkışmış ve birkaç Haiti’de İstikrar İçin Birleşmiş Milletler Misyonu (MİNUSTAH) şefinin de aralarında olduğu onlarcası hayatını kaybetmiş durumda. BM elemanlarından yüzlercesinin akıbeti ise henüz bilinmiyor.

Haiti Başkanlık Sarayı çökmüş durumda. Birkaç hastanenin de dahil olduğu birçok kamu kuruluşu harabe durumda.

Başlıca uluslararası televizyon kanalları tarafından yayınlanan görüntüler vasıtasıyla görülebilen afet tüm dünyayı şoka uğratmış durumda. Tüm dünya devletleri kurtarma uzmanları, gıda, ilaç, teçhizat ve başka kaynaklar göndereceklerini açıkladı.

Küba tarafından açıkça beyan edilen duruşla uyumlu biçimde, farklı ülkelerden tıbbi ekipler –İspanya, Meksika, Kolombiya ve diğerleri- hazırladıkları tesislerde bizim doktorlarımızla birlikte çok yoğun biçimde çalışıyorlar. PAHO (Pan Amerikan Sağlık Örgütü) gibi örgütler, Venezüella gibi dost ülkeler ve diğer ülkeler ilaç ve diğer kaynakları tedarik etti. İlgi odağının dışında kalmayı tercih eden Kübalı uzmanların ve liderlerinin kusursuz hareket tarzı kesinlikle şovenizmden arınmış durumda.

Küba benzer koşullar altında yaptığı gibi, Katrina Kasırgası New Orleans’ta devasa tahribata yol açtığı ve binlerce ABD yurttaşının hayatı tehlikede olduğu zaman da, çok iyi bilindiği üzere muazzam kaynaklara sahip ABD’nin halkıyla işbirliği yapmak üzere tamamen tıbbi bir birlik göndermeyi önermişti. O anda ihtiyaç duyulan hayatları kurtarmak üzere eğitimli ve iyi donanımlı doktorlardı. New Orleans’ın coğrafi konumu dikkate alındığında, Henry Reeve birliğindeki binden fazla doktor seferber edildi ve tıbbi malzeme ve ekipmanı beraberinde getirerek gece ya da gündüz bu şehre gitmek üzere hazırlandı. Bu ülkenin başkanının teklifimizi reddedeceği ve kurtarılabilecek bazı Amerikalıların ölmesine izin vereceği aklımızdan geçmemişti. Hükümet tarafından yapılan hata belki de Küba halkının ABD halkını düşman olarak görmediğini anlayamama acizliğinden kaynaklanıyordu; Kübalılar onları yurdumuzun mağdur olduğu saldırganlığın sorumlusu olarak görmedi.

“Diz çökmeyecek, af dilemeyeceğiz”

Söz konusu devlet, ülkemizin yardımlara el açmaya veya yarım yüzyıldan bu yana boşu boşuna bizi dizlerimizin üzerine çöktürmeye çalışanlardan af dilemeye ihtiyacı olmadığını anlayamıyor.

Ülkemiz, Haiti olayında da ABD’li yetkililerinin depremden etkilenen ABD ve Haiti yurttaşlarına olabildiğince çabuk yardım dağıtabilmeleri için gereken diğer olanaklarla birlikte Küba’nın doğusu üzerinde uçma talebine acilen yanıt verdi.



Böylesi ilkeler bizim insanlarımızın etik davranışlarını karakterize etmiştir. Bunun tarafsızlığı ve sebatıyla, dış politikamızın hazır ve nazır özellikleri belirlenmiştir.Ve bu yalnızca uluslararası arenada bizim hasımlarımız tarafından çok iyi bilinmektedir.

Küba, Batı yarıkürenin en fakir ülkesi olan Haiti’de yaşanan trajedinin dünyanın en zengin ve güçlü ülkelerine karşı bir mücadele çağrısı olduğu fikrine kararlı bir şekilde bağlı kalacaktır.

Haiti dünya üzerinde sömürgeci, kapitalist ve emperyalist sisteme maruz bırakılmanın net bir ürünüdür. Haiti’nin köleliği ve bunu takip eden yoksulluğu dış mihraklar tarafından empoze edilmiştir. Bu korkunç deprem, 192 Birleşmiş Milletler devletinin en temel haklarının ayaklar altına alındığı Kopenhag Zirvesi sonrası vuku bulmuştur.

Yaşanan trajedi sonrasında Haiti’de, çocukları alelacele ve yasadışı yollardan evlat edinmek için bir mücadele başladı. UNICEF, bu çocukların yakın akrabalarını haklarından mahrum bırakan uzaklaştırmaya karşı önlem almak zorunda bırakıldı.

Yüz binin üzerinde kurban bulunmakta. Vatandaşların büyük bir bölümü kollarını ve bacaklarını kaybetmişler yahut kendi başlarına yaşamlarını devam ettirmelerini engelleyen ve rehabilite edilmesi gereken yaralar nedeniyle acı çekmekteler.

Ülkenin yüzde sekseni yeniden inşa edilmeli. Haiti, üretimsel kapasitesine göre ihtiyaçlarını karşılayacak, yeterli gelişim gösteren bir ekonomiye gereksinim duymaktadır.Avrupa ve Japonya’nın üretimsel kapasite ve nüfusun fenni seviyesine göre yeniden yapılandırılması süreci, Haiti’de sergilenmesi gereken gayrete oranla basit bir görevdir. Orada, Afrika’nın büyük bir bölümünde ya da herhangi bir üçüncü dünya ülkesinde olduğu gibi sürdürülebilir bir gelişim elde etmek için gerekli koşulları yaratmak elzemdir. Kırk yıllık bir zaman diliminde, insan nüfusu dokuz milyardan fazla olacaktır ve daha şimdiden bilim adamlarının kaçınılmaz bir gerçek olarak kabul ettiği bir iklim değişikliğinin meydan okumasıyla yüzleşmiştir.

Haiti trajedisinin tam ortasında, binlerce Amerikan piyadesi, 82. Hava İndirme Tümeni askerleri ve diğer askeri kuvvetler, hiç kimsenin sebebini ve nasıl olduğunu bilmediği bir şekilde Haiti’yi işgal etmişlerdir. Daha da kötüsü, ne Birleşmiş Milletler ne de Amerikan Hükümeti, kamuoyuna askerlerin konuşlandırılmasıyla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.

Birçok hükümet, Haiti’ye göndermiş oldukları insani ve teknik yardım taşıyan uçakların inmesine izin verilmediği hususunda yakınmakta.

Bazı ülkeler, kendi hesaplarına, ilave asker ve askeri ekipman göndereceklerini duyurdular. Bana kalırsa, bu tür eylemler zaten kendi içinde karmaşık bir hal almış olan uluslararası işbirliğini daha da karmaşık hale getirecek ve kaos yaratacaktır. Bu konuyu ciddi bir şekilde tartışmak şarttır. Böylesine hassas olaylarda BM’nin hak ettiği lider rolüyle görevlendirilmesi gerekmektedir.

Bizim ülkemiz tam anlamıyla insani bir görevi başarmaktadır ve mümkün mertebe kendi tanzimiyle insani ve maddi yardım dağıtacaktır. Hayati hizmetler sunmak adına dayanışan tıp doktorları ve işçileriyle gurur duyan insanlarımızın arzuları güçlüdür ve vakanın üzerine güneş gibi doğacaktır.

Kayda değer herhangi bir imkan yaratmak adına ülkemize sunulan teklifler geri çevrilmeyecektir. Ancak bunun kabul edilebilirliği, bütünüyle ülkemizden talep edilen insani yardımın önemi ve ehemmiyetine bağlı olacaktır.

Şunu beyan etmek gerekir ki; şuana dek Haitililer için Küba tarafından gönderilen uçaklar ve insani yardım herhangi bir zorlukla karşılaşmadan hedef noktalarına varmıştır.

Biz asker değil,doktor gönderiyoruz..!




http://www.elhabanero.cubaweb.cu/2010/enero/nro2770_ene10/nac_10english790.html adresinde yayımlanan açıklamadan çevrilmiştir.



Guatemala’nın batıdaki dağlık kesimlerinde yer alan San Marcos’taki Marlin Madeni, San Miguel Ixtahuacán ve Sipakapa şehirlerinin sınır bölgesinde bulunuyor. Bu şehirlerin sakinleri ağırlıklı olarak, İspanyolca’ya ek olarak kendi geleneksel dillerini konuşan Maya yerlilerinden oluşuyor. Madenin yüzde 85’i nüfusunun çoğunluğunu en büyük Maya alt gruplarından olan Mam-Maya yerlilerinin oluşturduğu San Miguel Ixtahacán şehrinde alıyor. Sipakapa’da ise daha çok en küçük alt gruplardan olan Sipakapenseler yaşıyor.


Hem açık ocak madenciliği hem de yeraltı faaliyetlerinin yapıldığı Marlin Madeni’nin tamamı, dünyanın en büyük altın şirketlerinden Vancouver merkezli Goldcorp şirketine ait. Maden, tamamına Goldcorp’un sahip olduğu Montana Exploradora tarafından işletiliyor. Marlin Madeni, Dünya Bankası’nın Uluslararası Finans Kurumu’nun (IFC), Dünya Bankası tarafından finanse edilen projeleri kuruluşun “yoksulluğu azaltma ve sürdürülebilir kalkınma kapsayıcı talimatı” ile uyumlu hale getirmeyi amaçlayan ve 2003 yılında gerçekleştirilen Doğal Maddeleri İşleme Sanayi Araştırması (EIR) ardından kurum tarafından finanse edilen ilk proje. Proje aynı zamanda söz konusu Dünya Bankası standartlarına uygun bulunmayan ilk proje olma özelliğini taşıyor.


Kanada Toplumsal Yatırım Veritabanı’na göre Goldcorp şirketi Toronto Borsası Bileşik Endeksi’nde yer alan madencilik şirketleri arasında en yüksek çevresel cezaları alan şirket. Goldcorp, Meksika, Honduras, Kanada, ABD, Arjantin ve Guatemala’daki madenlerinde siyanür ve ağır metal kirliliğinde artışla ve asit boşaltımıyla suçlanıyor. 300’den fazla Kanada şirketinin toplumsal ve çevresel performansını analiz eden bağımsız yatırım araştırma şirketi Jantzi Araştırma, Nisan 2008’de emniyet ve güvenlik tehditlerine, çevresel etkilere, yerli halkların giderek artan muhalefetine ve yerel topluluklarla yetersiz müzakerelere atıfta bulunarak Goldcorp’a yatırım yapılmaması tavsiyesinde bulunmuştu. Guatemala, herhangi bir proje, yasa veya kararnameden etkilenmesi olası yerli halklara danışmanlık koşulu getiren Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 169 numaralı sözleşmesini imzalamış ve onaylamıştı. San Miguel Ixtahuacán ve Sipakapa sakinleri ise ne hükümet ne de şirket tarafından kendilerine hiçbir zaman danışılmadığı iddia ediyor.


Şirketten sahte halk toplantıları



Rosalia, basit, çakıl yol maden tarafından büyük maden kamyonlarına uygun hale getirmek için genişletinceye kadar çiftlik olarak kullandığı yerin önünde dikiliyor. Rosalia’nın ailesi, maden şirketinin kendilerine hiçbir zaman danışmadığını ya da toprak kayıplarını tazmin etmediğini söylüyor. Şirket bölgeye ilk geldiği zaman madenciliğin faydalarına dair bir dizi sunum gerçekleştirmiş. Şirket, San Miguel Ixtahuacán ve Sipakapa halkıyka 74 toplantı düzenlediğini iddia ediyor. Bu toplantılara katılanlardan, ücretsiz bir öğle yemeği karşılığında bir listeye imza atmaları talep edilmiş. Bölge halkı, Goldcorp’un daha sonra bu listeleri hükümete ve Dünya Bankası’na yerel halkı bilgilendirdiklerine dair kanıt olarak kullandığını söyleyerek, “Buradaki topluluklarla bölgeye gelen şirket hakkında herhangi bir diyalog veya danışmanlık yapılmadı. Halk bilgilendirilmedi. Bu nedenle çok sinirliyiz, çünkü bu insanların paraları var, milyonerler ve ne istiyorlarsa yapabilirler. Bizim hayatlarımız umurlarında değil. Yapabileceğimiz her şeyi yaptık ancak hiçbir şey fark etmedi. Eski belediye başkanı ve yargıç para için şirketten yana tavır aldı. Bu nedenle insanlar haklarını savunamadı” diye konuşuyor.


San Miguel Ixtahuacán’da yaşayan Julian, “Çok büyük değişiklikler ve gelişme sağlayacaklarını söylediler” diyor ve şu şekilde konuşuyor: “Ancak bunlar tamamen yalan, çünkü hiçbir gelişme görmedik! Eğer gerçekten bizim gelişmemizi düşünüyor olsalardı daha iyi koşullarda yaşıyor olurduk. Evlerimiz daha güzel, yollarımız asfaltlanmış olurdu. Fakat sadece kullanmak istedikleri yolları asfaltladılar. Geldikleri zaman evler inşa edeceklerini dair söz vermişlerdi ama bunu hiçbir zaman yapmadılar. Hatta köydeki birkaç beton ev için kendilerine pay çıkarmaya çalıştılar ama bu da yalan. Buradaki betondan yapılmış tüm evler daha önceden inşa edilmişti, çünkü buradaki ailelerin ABD’ye göçen yakınları var ve oradan para gönderiyorlar. Geriye kalan evlerimizin hepsi çamurdan ve ahşaptan inşa edilmiş, bunu biliyoruz çünkü evleri kendi ellerimizle inşa ettik. Her gün yalanlarını dinlemek zorunda kalıyoruz, ama şimdiye kadar biz bir şey vermiş değiller. Durum böyleyken neden bize tüm bu yalanları söylüyorlar?”


JULİAN

Candeleria ise madenin hemen altındaki evinin dışında, duvarındaki kurşun deliğinin önünde duruyor. Kocası şu anda Meksika-Cancun’daki bir otelde çalışıyor ve bu sayede yol genişletme çalışmalarında tarım arazilerinin bir kısmını kaybeden ailesine para gönderebiliyor. Aile bir gece evde uyurken evin önünden bir kamyon geçmiş ve birileri eve doğru dört el ateş etmiş. Candeleria’nın eniştesi “Daha önce tamamen barış içinde yaşıyorduk” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bir kez şiddet olayı duymuştum, o da başkentteydi. Ancak şimdi şiddet burada, aramızda; çocuklarıyla kavga eden ebeveynler ve birbirleriyle kavga eden kardeşlere varıncaya dek. Çok endişeliyiz, çünkü insanların ‘Madenciliğe karşı çıkan insanları öldürecek veya kaçıracağız’ dediklerini duyuyoruz ve birçok adam öldürme, kaçırma olayı gerçekleşti, bu olaylar sadece burada değil, madenin üzerindeki birçok başka köyde de gerçekleşti. Çok zor bir hayat yaşıyoruz ve daha kötü olmaya devam edecek. Ve şunu düşünüyorum: Bizi kim savunacak? Ne yapacağız?”


San Miguel Ixtahuacán halkı, Peder Erick’in son ABD seyahatinden fotoğrafları görmek üzere kilisede bir araya gelmiş. Peder Erick’in gezisi ülkedeki çeşitli şehirleri kapsıyormuş, bu sayede insanların ailelerine destek olmak amacıyla orada, genellikle de izinsiz olarak çalışan akrabalarını ziyaret edebilmiş. Kalabalığın içinden birileri, “İş sahibi olarak madenden yarar göreceğimizi söylemişlerdi. Öyleyse işler nerede? Eğer burada iş varsa neden birçoğumuz birkaç bozukluk için hayatımızı riske ederek ailelerimizi ve evlerimizi terk etmek zorundayız?” diye homurdanıyor. ABD haricinde birçok kişi de Meksika’ya veya şeker tarlalarında çalışmak üzere Guatemala’nın sahil kesimlerine göçüyor.


Evlerin duvarları çatlıyor


YOLANDA


Yolanda adındaki çocuk madenin çevresindeki evlerden birinde yaşıyor. Bu evlerden yüzden fazlası, mayın faaliyetleri başladığından beri çatlak duvar ve zeminler gibi etkiler bırakan yapısal hasardan etkilenmiş. Şirket hiçbir sorumluluk kabul etmiyor, ancak köylüler çatlakların her gün yapılan dinamit patlatma işleminden kaynaklandığına inanıyor. Barış ve Ekoloji İçin Kırsal Komisyon (COPAE) ve Uniteryen Evrenselci Hizmet Komitesi (UUSC) tarafından yayınlanan son raporda ise şu sonuçlara varılmış: “Bir eleme sürecinin ardından, bina hasarlarının en olası nedeni olarak yer sarsıntıları kaldı. Madendeki patlatmalar ve ağır kamyon trafiği haricinde bölgede sarsıntıya neden olabilecek hiçbir kaynak yok; bu nedenle köylerdeki hasarlar çok büyük olasılıkla maden faaliyetlerinden kaynaklı ve kamyon trafiğiyle ilişkili.”


IRMA


Dağılan yatak odasının önünde duran Irma, “Evlerimiz parçalanıyor. Evimin içine girmeye korkuyorum, çünkü bir gün tepemize yıkılabilir” diyor. Goldcorp, faaliyetleri ile evlerdeki hasar arasındaki bağlantıyı onaylamayı reddediyor. Başlangıçta hasarın köyün içinden geçen araçlardan kaynaklandığını iddia etmişler, Irma ise şunları söylüyor: “Eğer soru araçlardan kaynaklanıyorsa sadece şirketin kamyonlarının ağır taşıt olduğunu ve iddia ettikleri durumda yoldan uzak evlerin de hasar görmemesi gerektiğini söyledik. O zaman da taşıtlardan kaynaklanmadığını, çürük inşadan kaynaklandığını söylediler. Biz de problem çürük yapılardan kaynaklanıyorsa sadece madenin yanındakilerin değil, ülkenin geri kalan kısmındaki evlerin çoğunun da aynı problemi taşıması gerektiğini belirttik. Masalları değişti ama herhangi bir sorumluluk almayı her zaman reddettiler. Şikayetlerimizi ciddiye bile almadılar, bize güldüler. Hatta bir keresinde müziklerimizi çok gürültülü çaldığımızdan bu hasarların oluştuğunu söylediler.”


Maria ve ailesi kendilerine yeni bir ev yapmak için dört yıllarını harcamışlar. Sonunda inşaatı bitirdikleri zaman büyük bir gurur anıymış. Ancak üç hafta sonra çimento döşemenin çatlamaya başladığını fark etmişler. Çatlak şimdilik çok ince, ama Maria çok daha büyük çatlaklara sahip evler gördüğünden bunun sadece zaman meselesi olduğunu biliyor. Her gün öğle ve sonra gece yarısı yeniden madende yerin deprem olmuş gibi sarsılmasına neden olan dinamitler ateşleniyor. Aile sonunda zararın neresinden dönülse kâr olacağına ve eve taşınmamaya karar vermiş, ev şu anda boş ve kullanılmamış olarak duruyor. Maria, “Bizi mağdur ediyorlar. İnsan muamelesi yapmıyorlar” şeklinde konuşuyor.


Geniş ölçekli birçok altın madeninde olduğu gibi çıkarılan madenin işleme sürecinde siyanür kullanılıyor. Kalan atık maddeler de atık havuzuna dökülüyor. Bölge sakinleri madenin, su kaynaklarının miktarını ve kalitesini nasıl etkileyebileceği konusunda endişeli. Maden saatte 250 bin litre kadar su kullanıyor ve bu yaklaşık olarak 8 kişilik bir Guatemalalı ailenin 25 senede kullanacağı su miktarına eşit. Kısa süre önce su kaynaklarsının 8’de 6’sının tükendiği rapor edilmiş, buna rağmen şirket suyu ya atık havuzundan geri dönüştürülen kaynaklardan ya da halkın kullandığı kaynaklarla ilişkisi olmayan derin yeraltı kaynaklarından sağladığını iddia ediyor. Diğer endişeler ise kimyasalların nehirlere sızmasına veya daha da kötüsü tüm atıkları havuzda tutan setin bölgede sık sık görülen depremlere dayanacak güçte olmamasına dair. Bunun kendilerini endişelendirdiğini ifade eden Victor, “Çünkü atık havuzu yukarıda ve biz burada onun altındayız” diyor.


Kirletmeyen maden yok


Erkek kardeşi Alex ile nehir kıyısında çamaşır yıkayan Reyna, kendilerine suyun temiz olduğunu söylediklerini dile getirerek,“Evde suyumuz yok ve kaynaklarımız kurudu, bu nedenle buraya inmek zorundayız” şeklinde konuşuyor. Barış ve Ekoloji İçin Kırsal Komisyon (COPAE) tarafından yapılan bilimsel çalışmalar atık havuzunun aşağısındaki nehirlerin arsenik içerdiğini ortaya koymuş. COPAE’den Alejandro, “Tüm madenler kirletir. Dünyanın hiçbir yerinde kirlenmeye neden olmayan madencilik sanayi örneği yok. Çalışmalarımız, madenin altındaki nehirlerin kirletilmiş olduğunu gözler önüne seriyor. Su, tüketmeye uygun değil” diyor. Şirketin, suyun güvenilir olduğuna dair iddialarına rağmen San Miguel Ixtahuacán belediye başkan yardımcılarından Freddy, şirket çalışanlarına suyu içmeyi veya suda yıkanmayı teklif ettiğinde bunu reddediyorlar.


REYNA


Eskiden kabak, fasulye, avokado, limon, portakal, şeftali ve mısır ektiklerini belirten bölge sakinlerinden Teresa, “Ancak ektiklerimiz artık aynı değil. Avokado ağaçlarına baksanıza, meyveleri yok, çiçek halindeler ama çiçekler de sonra dökülüyor. Ya hayvanların hayatı? Şu anda durum çok kötü. Benim büyüdüğüm zamanlarla aynı değil, o zamanlar sağlıklıydı, her şeyi yiyebilirdiniz. Şimdi ise yediklerimiz de içtiklerimiz de kirletilmiş durumda” ifadelerini kullanıyor.


Elinde, ailesi tarafından hasat edilen mısırlardan bazılarını tutan Crisanta, “Hasat eskiden çok daha iyiydi” diyor ve ekliyor: “Ama maden geldiğinden beri aynı şekilde çıkmıyorlar. Şimdi doğru dürüst büyümüyorlar. Üç yıldan beri iyi bir hasat yapamadık. Hasat ettiğimiz ekinleri de satamıyoruz. İnsanlar San Miguel’den olduğumuzu öğrenir öğrenmez bizden alışveriş yapmak istemiyor, çünkü buranın tamamen kirletildiğini söylüyorlar.”


Maden, hastalıkları da beraberinde getirdi


8 yaşındaki Lisandro’nun vücudunun tamamında kaşıntılı döküntüler var ve bunlar ilk olarak madenin faaliyete başladığı dört yıl önce ortaya çıkmış. Maden şirketi gelmeden önce çok fazla sağlık problemleri olmadığını söyleyen Lisandro’nun amcası Victor, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Şimdi ise birçok hastalık var. Madenci şirket, çocuk ve yetişkinlere kendisiyle birlikte deri enfeksiyonları, karın ağrısı, grip ve özellikle ishal gibi hastalıkları da getirdi. Bunların neden olduğunu söylemiyorlar. Ben bunların suyu içmemizden ve nehirde yıkanmamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Bu bizi çok endişelendiriyor, ne yapacağız? Nereye gideceğiz? Kim bize yardım eli uzatacak? Bizim için kim endişelenecek? Bizi böylesine endişelendiren işte bu. Ve sonra sadece bu değil, çatışmalar, şiddet, adam kaçırmalar, daha önce bunlar olmuyordu. Eczane sahibi olan Miguel-Angel ise bunun bir gelişme projesi olmadığını ekleyerek, “Bu bir ölüm projesi! Bu bir canavar!” diyor.


Kızı Yahira’nın da vücudunun her yerinde aynı kaşıntılı döküntüler olan Irma, şirket geldiğinden beri hastalık sahibi olduklarını, daha önce bunlara benzer hastalıkları olmadığını ifade ediyor ve devam ediyor: “Daha önce çocuklar tamamen sağlıklıydı. Artık değil! Bu, madenin suçu. Eskiden herkes sağlıklıydı, ama şimdi onların yüzünden sağlıklı değil. Üstelik bizi aşağılıyorlar, kirli olduğumuzdan ve yıkanmadığımızdan bu döküntülerin çıktığını söylüyorlar. Üzgünüz. Bizi ürkütüyorlar. Bizi sadece ürkütüyorlar! Madenin burayı terk etmesini istiyorum. Buraya geldiler ve bizden yararlandılar. Burada, San Miguel’de gerçekten bizden faydalanıyorlar.”


TERESA



Sol gözünün altında gizemli bir ur olan Teresa şunları söylüyor: “Eskiden iyiydik, ancak şimdi işler alışılageldiği gibi değil. Çok zor bir hayat yaşıyoruz. Ekinlerimiz, hayvanlarımız, herkesin hayatı risk altında, şiddet, adam kaçırmalar. Hesap yapmıyoruz. Bize rağmen ne olacağını bilmiyoruz. Bu bize acı veriyor, çünkü insanız, duygularımız var. Bu olaylar mayın gelmeden önce hiç olmamıştı. Onlar sadece para sevdalarını düşünüyorlar, bu nedenle de bize karşı ayrımcılık yapıyorlar. Ancak tanrıdan umuyoruz ki bir gün kalplerini değiştirebileceğiz, ondan sonra bize daha fazla şey yapmaya gelmeyecekler, çünkü sonunda bizim de insanoğlu olduğumuzu fark edecekler.”


San Miguel Ixtahuacán’ın her yerinde yapılan halk toplantılarında bölge sakinleri şu anda madenciliğe dair bir referandum örgütleme sürecinde. Söz konusu referandum komşu şehir Sipakapa’da 2005 yılında yapılan referandumdan esinlenmiş. Sipakapa’daki referandum her şeyi belli ediyor; federal seçimlere katılan 3087 kişiyle karşılaştırılabilecek şekilde 2502 seçmen katıldı. Toplamda 2426 seçmen madenciliğe karşı, 35 kişi lehine oy kullandı, 8 oy geçersiz sayıldı, 1 oy boş çıktı, 32 kişi de çekimser kaldı. Sipakapa’da toplanan 13 halk meclisinden 11’i madenciliği reddetti (çoğu sandıkta oybirliğiyle), biri destekledi, biri ise çekimser kaldı. Toplamda katılımcıların yüzde 98.5’i madenciliğe karşı çıktı. Şirket referandumun iptal edilmesi için yasal yollara başvurdu. Guatemala Anayasa Mahkemesi ise referandumun yasal olduğuna karar verdi, ancak bağlayıcı bulmadı.


Madene alternatif: Organik kahve kooperatifi


Sipakapa, şirketin yapacağı yatırımları reddetmeye devam ediyor ve bölgelerinde madeni genişletmeye yönelik denemelere karşı direniş sürüyor. Onun yerine halk alternatif bir kalkınma projesi, organik kahve kooperatifi adil ticaret projesi önermiş. 2009 yazında kahve kooperatifleri işe koyulmuş ve Fausto ile Pedro gibi katılımcıları gelecekteki kendi çiftlikleri için altyapıyı yerleştirme sürecindeler. Referandum bir yandan halkın madenciliğe karşı birleşik muhalefetini göstermek açısından önemliyken bir yandan da tüm halkın kendileri tarafından sürdürülen alternatifini sunabilmesi bakımından da önemli.


Ovideo, “Tarım bizim sanatımız, bildiğimiz şey bu. Altının bizim için değeri yok, ancak toprağımız, ailelerimiz, kültürümüz; bunlar bizim fazlasıyla değer verdiğimiz şeyler” diye konuşuyor. Hem Sipakapa’nun hem de San Miguel Ixtahuacán’ın yerli sakinleri atalarının nesiller boyunca toprağı nasıl işleyeceklerine dair bilinçlerini rötuşlayarak ve nesilden nesile aktararak bu topraklarda yaşadığını biliyor. Bundan daha sürdürülebilir ne olabilir? Kahve üreten halk tüm faktörleri hesaba katıyor, dikecekleri ağaçların arasındaki mesafeyi hesaplıyor, tepenin eğimini ölçüyor, güneşin yönünü ve toprağın kalitesini dikkate alıyor. Organik kahve projesinin arkasındaki örgütleyicilerden Fidel, şunları söylüyor: “Bu çok zor ve karmaşık bir iş, ancak kendi kendimize nasıl göz kulak olacağımızı biliyoruz. Bizim, Sipakapa halkının bölgemizde madenciliğe ‘Hayır!’ dememizin nedeni işte bu.”


Sipakapa ve San Miguel Ixtahuacán halkı kendi aralarında Marlin Madeni’nde süregiden dehşete tanıklık ederken, birçoğu bütün bu olup biteni halen anlamlandırmaya çalışıyor. Alejandro, “Her halükarda altının bu denli büyük bir bedeli olduğu fikriyle kim gelebilir?” diye soruyor ve ekliyor: “Bu yalnızca parıldayan sarı bir taş. Hayat altından daha değerli olmalı. Umarım bu bilgiler herkes tarafında alınır, bizim hikâyemizi dinlerler ve anlatırlar” diyen Reyna da sözlerini şu şekilde noktalıyor: “Bizler yalnızca mütevazı insanlarız, fakat bu deneyimler de yalnızca bizim, hepsi gerçek, içinde bulunduğumuz durumu bizden iyi hiç kimse anlayamaz, ama biz uluslararası otoritelere baskı yapabilmek için herkesin bize neler olduğunu bilmesini istiyoruz, böylelikle sadece parası olan insanları değil, biz zavallı, hiçe sayılan, küçümsenen, hiçbir şeymiş gibi davranılan fakir insanları da az da olsa düşünürler. Bizim de haklarımız var ve bu şekilde acı çekmeye devam etmek istemiyoruz.”



http://allan.lissner.net/someone-elses-treasure-guatemala/ adresinden çevrilmiştir.

Mark WEİSBROT

Hiçbir zaman Haiti’nin özerk olmasını istemeyen ABD şimdi de güvenlik gerekçesiyle deprem yardımına engel oluyor.

Pazartesi günü yani Haiti depreminden 6 gün sonra, ABD Güney Komutanlığı nihayet havadan su ve yiyecek dağıtımıma başladı. ABD Savunma Sekreteri Robert Gates, böylesi bir yöntemi daha önce “güvenlik gerekçesiyle” kabul etmemişti.

Eğer insanlar temiz su bulamazlarsa su yoluyla bulaşan salgın hastalıklar hızla yayılabilir ve ölü sayısı artabilir. Ancak ABD şu anda ülkeye 10 bin asker göndererek güvenlik konusunu yaşamsal ihtiyaçların temininden daha fazla önemsediğini gösteriyor. Bunun yanı sıra bölgedeki BM askerlerinin sayısının da 3 bin 500 kişi arttırılması planlanıyor.

Pazar sabahı dünyaca tanınmış yardım örgütü Sınır Tanımayan Doktorlar, portatif hastane ünitesine sahip bir uçağın rotasının ABD ordusu tarafından Dominik Cumhuriyeti’ne çevrilmesine tepki gösterdi. ABD’nin sergilediği bu davranış hayati öneme sahip 48 saatlik bir sürenin ve çok sayıda yaşamın yitirilmesine mal oldu.

Pazar günü, Dünya Gıda Programı hava lojistik görevlisi Jarry Emmanuel şöyle dedi: “Haiti’ye her gün 200 uçak inip kalkıyor. Bu Haiti gibi bir ülke için gerçekten de akıl almaz bir rakam… Ancak bu uçuşların çoğu ABD ordusu için yapılıyor.”

ABD Güney Komutanlığı vekil komutanı Teğmen PK Keen, şu anda Haiti’de depremden önceki döneme kıyasla daha az şiddet olayının yaşandığını bildirdi. Haiti’de sergilemiş oldukları kahramanca çalışmalarıyla tanınan bir örgüt olan Sağlık Ortakları’ndan Dr. Evan Lyon ise güvenlik konusu ile ilgili olarak “yanlış bilgilendirme, dedikodu… ve ırkçılıktan” söz etti.

“Biz her gece saat ikiden üçe kadar hastaları tahliye etmek ve malzemeleri taşımak için şehri boydan boya dolaşıyoruz. BM muhafızları yok. ABD ordusundan ya da Haiti polisinden kimse yok. Aynı zamanda şiddet de yok. Çünkü tehlike yok.”

ABD hükümetinin güvenlik takıntısını anlamak için son zamanlarda Washington’un burada bulunduğu bazı girişimlere bakmak gerekiyor. Haiti’nin içinde bulunduğu kötü durum, depremin uzun zaman öncesinden beri ABD sokaklarında yaşayan çok sayıda evsiz insanın durumu ile karşılaştırılmakta. diğer yurttaşlarla aynı geçerlilikte yasal ve anayasal haklara sahip olabilmek için çok yoksul ve çok siyah insanlar bunlar. 2002’de ABD destekli askeri darbe ile Venezualla’nın seçilmiş hükümeti geçici süreyle devrildiğinde yarımkürede yer alan çoğu hükümet, ülkenin süratle demokratik rejime dönmesi gerektiğini belirterek tepki gösterdi. Ancak iki yıl sonra Haiti’nin demokratik yollarla seçilmiş başkanı Jean-Bertrand Aristide, ABD tarafından kaçırılıp Afrika’ya sürgüne gönderildiğinde tepkiler yumuşamıştı.

ABD politikaları ülkeyi bitirdi

2004 darbesi, Haiti’nin 1804’te bir köle ayaklanması ile kurulduğundan beri yağma ve talana uğrayışından, 1915-1934 yılları arası dönemde ABD deniz kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen vahşi işgalden, Washington tarafından desteklenen ve kışkırtılan diktatörlerin gaddarca zulmünden farklı olarak “uzak geçmişi” bertaraf edemez. Darbe 6 yıl önce gerçekleşti ve Şu anda ülkede yaşanan her şey doğrudan bu olay ile bağlantılı.

ABD, Kanada ve Fransa ile birlikte dört yıl boyunca Haiti’nin seçimle iş başına gelen hükümetini devirmek, ekonomiye zarar vermek ve ülkeyi yönetilemez hale getirmek için açıkça bir komplo kurdu. Amaçlarına ulaştılar da. Eğer, deprem yardım çalışmalarında neden hiçbir Haitili devlet kuruluşunun yer almadığını ya da neden depremin meydana geldiği alanda 3 milyon insanın birarada yaşadığını merak eden varsa sebebi kurulan bu komplodur. ABD tarafından yıllarca uygulanan politika Haiti tarımını bitirdi. Örneğin ülkenin ABD tarafından sübvanse edilen pirinç ithalatına zorlanması binlerce Haitili çiftçinin yok olmasına neden oldu.

Aristide, ülkenin demokratik yöntemlerle seçilmiş ilk devlet başkanı 1991 yılında iktidara geldikten sadece 6 ay sonra, daha sonra CIA tarafından finanse edildiği açığa çıkacak olan askeri yetkililer ve ölüm mangaları tarafından devrildi. Aristide şimdi, Haiti halkının çoğunluğunun devrilmesinden beri istediği şeyi, ülkesine dönmeyi istiyor. Ancak ABD Aristide’yi orada istemiyor. Ancak tamamıyla ABD’ye minnettar olan René Préval hükümeti Aristide’nin partisinin –Haiti’nin en büyük partisi- gelecek seçimlere (normalde önümüzdeki ay yapılması planlanan seçimlere) girmesine izin verilmemesine karar verdi.

Washington’ın Haiti’de demokrasiden korkması, ABD’nin bugün ülkeye 10 bin kişilik birlik göndermesinin ve “güvenliği” önem sıralamasında diğer ihtiyaçlardan daha önde tutmasının nedenini açıklayabilir.

ABD tarafından gerçekleştirilen bu işgal, orada ne kadar kaldıklarına bağlı olarak yarıküredeki diğer sorunları da besleyecektir –ABD’nin Kolombiya’daki askeri varlığını arttırmasının bölgede hayli huzursuzluk ve şüpheyle karşılanması gibi-. Ve sivil toplum örgütleri yeniden inşayla ilgili diğer sorunları ön plana çıkartmaktalar: anlaşılır biçimde ülkenin mevcut borcunun silinmesini istiyorlar ve kredi yerine bağış istiyorlar. (IMF, 100 milyon dolar kredi teklif etti) Yeniden inşa için milyarlarca dolara ihtiyaç duyulacaktır: Washington, işlevli bir hükümetin kurulmasını mı teşvik edecek? Yoksa Haiti’nin kendi kendini yönetmesine olan bitmez tükenmez muhalefeti nedeniyle yardımların sivil toplum örgütleri kanalıyla aktarılmasını engelleyerek onların çeşitli işlevlerini mi devralacak?

Ancak en acili, orada acilen su sevkiyatına ihtiyaç olması. ABD Hava Kuvvetleri’nin, yer ikmali zinciri tesis edilebilene dek Haiti’de suya ihtiyaç duyan herkese su ulaştırabilme kapasitesi var. Daha fazla su oldukça bu sınırlı kaynak için kavga veya isyanın olması da daha az olası olur.Gıda ve tıbbi malzemeler de havadan atılabilir. Bu operasyonlar acilen arttırılmalı. Kaybedecek zaman yok.


Mark Weisbrot: Washington Ekonomi ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Yardımcı Direktörü


http://www.guardian.co.uk/commentisfree/cifamerica/2010/jan/20/haiti-water-us-occupation adresinde yayımlanan yazıdan çevrilmiştir.

Haiti’yi parçalamak

21 Ocak 2010 Perşembe

ABD Anayasal Haklar Merkezi Direktörü ve New Orleans Loyola Üniversitesi’nde hukuk profesörü olan Bill Quigley, Huffington Post'taki yazısında ABD’nin yüzyıllardır Haiti üzerinde oynadığı oyunları ve sebep olduğu yıkımı sorguluyor. Aynı zamanda Haiti için Adalet ve Demokrasi Enstitüsü’nde Haiti’de yaşanan insan hakkı ihlallerine karşı aktif bir biçimde çalışan Quigley, ABD’nin Haiti’ye yapacağını açıkladığı 100 milyon dolarlık insani yardımın yeterli olmadığını belirterek ABD’nin, Haiti’ye ve Haitililere neden milyarlarca dolar borçlu olduğunu gerekçeleri ile açıklıyor.

ABD, Haiti’ye neden milyarlar borçlu?

BILL QUIGLEY

ABD, Haiti’ye neden milyarlarca dolar borçlu? Birleşik Devletler Genel Sekreteri Colin Powell, dış politikasını “Toprak Testi Kuralı” şeklinde açıklıyor. Bu ise “Eğer testiyi kırarsan o artık senindir” anlamına geliyor.


Birleşik Devletler 200 yılı aşkın bir süredir Haiti’yi parçalamak için çalışıyor. Evet, Haiti’ye borçluyuz. Ancak burada sadaka vermekten söz etmiyorum. Biz Haiti’ye adalet borçluyuz. Bugüne değin verdiğimiz zararların karşılanması için tazminat borçluyuz ve Başkan Obama’nın Haiti’ye göndereceğini açıkladığı 100 milyon doların, borcumuzun yüzde birini bile karşılamaya yetmeyeceği açıktır. Tekrarlıyorum, biz Haiti’ye –büyük M ile- Milyarlarca dolar borçluyuz.


ABD, yüzyıllardır Haiti’yi parçalamak için elinden geleni yapıyor ve ülkeyi tıpkı bir sömürge gibi kullanıyor. ABD, Haiti’yi, bağımsızlığını kazandığından beri ekonomik olarak iflasa sürüklemek için çaba sarf ediyor, ülkeyi askeri yöntemlerle işgal ediyor ve halkı baskı altında tutan diktatörleri destekliyor. ABD, yıllardır Haiti’yi kendi ekonomik çıkarları için adeta bir çöplük olarak kullanıyor, ulaşım ağlarını tahrip ediyor, tarımını bitirmek ve seçimle iş başına gelen görevlileri devirmek için elinden geleni yapıyor. ABD, sömürgesi olarak değerlendirdiği Haiti’yi cinsel ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir ülke olarak görüyor.

Aşağıda ABD’nin Haiti’yi parçalamak için giriştiği çabaların kısa bir tarihine yer verildi.


- 1804’te Haiti, dünyanın ilk köle ayaklanmasını gerçekleştirerek Fransa’dan ayrılıp bağımsızlığını kazandığında ABD bu ülkeyi tanımayı reddetti ve bu durumu 60 yıl boyunca sürdürdü. Peki, neden? Çünkü kendi yurttaşlarına kölelik düzeni yaşatan ABD, Haiti’nin bağımsızlığını ABD içerisinde de bir köle ayaklanmasına neden olabileceği gerekçesiyle tanımaktan çekiniyordu.

- 1804 devriminin ardından Fransa ve ABD, Haiti’ye karşı acımasız bir ekonomik ambargo uygulamaya başladı. ABD’nin uyguladığı yaptırımlar 1863 yılına kadar sürdü. Fransa ise son olarak Haiti’yi, özgürlüğünü elde eden köleler için tazminat ödemeye zorlamak üzere askeri güce başvurdu. Talep edilen tazminat 150 milyon frank’tı. Fransa ayrıca bütün bir Louisiana bölgesini 80 milyon frank karşılığında ABD’ye sattı.


- Haiti, Fransa’nın talep ettiği tazminatı ödemek için ABD ve Fransa bankalarından borç almaya zorlandı. ABD’den alınan oldukça yüklü bir kredinin son taksiti ancak 1947 yılında ödendi. Haiti, aldığı borçların cari değerlerini Fransa ve ABD bankalarına ödemek durumunda bırakıldı. Bu rakam ise -büyük M ile- 20 Milyar dolar’ın üzerindedir.

- ABD, Haiti’yi işgal etti ve ülkeyi 1915-1934 yılları arasında zora dayalı olarak yönetti. Başkan Woodrow Wilson ülkeyi işgal etmek üzere 1915 yılında bölgeye asker gönderdi. Haitililerin ayaklanmaları ABD ordusu tarafından bastırıldı ve yalnızca bir tek çatışmada 2000’in üzerinde Haitili öldürüldü. Bundan sonraki 19 yıl boyunca ABD, Haiti’deki tüm hareketleri kontrolüne aldı, vergileri topladı ve pek çok devlet kuruluşunu bizzat yönetti. Peki, ABD, bu 19 yıllık süre zarfında Haiti üzerinden kaç milyar dolar gelir elde etti?


- 1957-1986 yılları arasında Haiti, Papa Doc lakaplı François Duvlaier ve oğlu Bebe Doc lakaplı Jean Claude Duvlaier gibi ABD güdümlü diktatörler tarafından yönetildi. ABD, bu diktatörleri ekonomik ve askeri olarak destekledi. Çünkü bu isimler ABD ne isterse onu yapıyordu ve komünizm karşıtı bir politika izliyordu. Ancak şu anda bu diktatörler kendi vatandaşları tarafından insan haklarına karşı oldukları şeklinde değerlendiriliyorlar. Duvlaier, Haiti’den milyonlarca dolar çaldı ve ülkenin ödemesi gereken borcu yüzlerce milyon dolara çıkardı. 10 bin Haitili yaşamını kaybetti. Tahminlere göre Haiti’nin 1.3 milyar dolar dış borcu bulunmakta ve bu borcun yüzde 40’ı ABD güdümlü Duvlaier zamanında alındı.


- Bundan 30 yıl önce Haiti hiç pirinç ithal etmiyordu. Ancak bugüne gelindiğinde Haiti neredeyse tükettiği tüm pirinci ithal etmekte. Aynı şekilde Haiti, Karayip Adaları’nın şeker üretim merkezi iken bugün şeker ithal eder hale geldi. Peki, neden? IMF ve Dünya Bankası gibi ABD merkezli ve ABD tarafından yönetilen dünya finans örgütleri, Haiti pazarlarını dünyaya açmaya zorladı. Sonra da ABD tarafından sübvanse edilen milyonlarca ton ucuz pirinç ve şeker Haiti’ye girdi. Bu durum da Haitili çiftçilerin ve ülke tarımının mahvolmasına neden oldu. Tarımın sekteye uğramasıyla Haiti ABD’nin pirinç ihraç ettiği üçüncü büyük dünya pazarı haline geldi. Bu da elbette ki ABD’li çiftçiler için iyi ancak Haitililer içinse büyük bir yıkım oldu.


- 2002 yılında ABD, eğitim ve yol yapımı gibi kamu projelerinde kullanılan yüzlerce milyon dolarlık kredilerini durdurdu. Söz konusu yollar, şu anda yardım ekiplerinin deprem bölgesine ulaşmaya çalışırken türlü güçlüklerle karşılaştığı yollardır.


- 2004 yılında ABD, Haiti’de seçimle işbaşına gelen Başkan Aristide’ye karşı darbeyi destekleyerek ülkenin demokrasisini bir kez daha kesintiye uğrattı

.
-Haiti tıpkı eski sömürgeler gibi bir seks merkezi olarak kullanılıyor. Haberler dikkatle incelendiğinde misyonerler, askerler ya da yardım görevlileri tarafından cinsel tacize uğrayan çok sayıda ergenlik öncesi çocuğa ilişkin pek çok hikâyeye rastlamak mümkündür. Ayrıca ABD’den ve başka yerlerden pek çok insan Haiti’ye seks turizmi amacıyla gitmektedir. Peki bu durum için ne kadar borçluyuz? O çocuklar sizin kız ya da erkek kardeşleriniz olsaydı nasıl bir değer biçerdiniz?


-ABD merkezli şirketler, Haiti’nin elit kesimi ile işbirliği yaparak binlerce Haitiliyi insanlık dışı çalışma koşulları altında günde 2 doların da altında bir ücretle çalıştırıyor.


-Haitililer, bağımsızlıklarını elde ettiklerinden beri ABD’nin ekonomik ve askeri yaptırımları karşısında dayanmaya çalışıyor. Tıpkı bizim gibi Haitililer de hatalar yaptı. Ancak ABD yönetimi, Haitilileri ölüm, kredi borçları ve kötü muamele gibi daha büyük bedeller ödemeye zorluyor.
Şimdi ABD’liler için Haitilerin yanında yer alma ve ABD-Haiti ilişkilerinde izlenen rotayı tersine çevirme zamanıdır. Sanıyorum ki bu kısa tarihçe ABD’nin Haiti’ye neden –büyük M ile- Milyarlarca dolar borçlu olduğunu göstermiştir. Bu, sadaka mahiyetinde bir yardım değil. Bu, adaletin sağlanması ve verdiğimiz zararların karşılanması için gerekli bir tazminattır. Şu an yaşanan kriz, ABD’liler için Haiti üzerinde oynanan oyunlarla dolu tarihleri ile hesaplaşmak ve sorumluluklarını gerçek anlamda yerine getirmek için önemli bir fırsattır.

Bill Quigley: Anayasal Haklar Merkezi Yasal Direktörü ve uzun süredir Haitililerin insan hakları savunuculuğunu sürdürüyor.

http://www.huffingtonpost.com/bill-quigley/why-the-us-owes-haiti-bil_b_426260.html adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.

Haiti’deki deprem darbenin artçısı

20 Ocak 2010 Çarşamba



Haziran 2004’te Haiti Eylem Komitesi’nin iki üyesiyle birlikte Haiti’ye gitmiştim. Ülkeye, ülkenin demokratik seçimlerle iktidara gelen lideri Jean-Bertrand Aristide’nin ABD, Fransa ve Kanada tarafından planlanan bir darbeyle devrilmesiyle yaşanan politik depremin etkilerini araştırmak üzere gitmiştik.

Gördüklerimiz hâlâ yankılanmakta. Baskıyla yüz yüze kaldıklarından evlerini terk etmek zorunda kalan yüzlerce aile, Aristide’nin Lavalas hareketiyle işbirliklerinden dolayı hapse atılmış binlerce taban eylemcisi, yok edilen okullar ve okuryazarlık projeleri, sürgüne gitmeye zorlanan toplumsal kökenli aktivistler ile Haiti “istikrar” ve “güvenlik” adına seçkinlerin kontrolündeki bir ülkeye dönüşmüştü.

Bunların yanı sıra MİNUSTAH (Haiti’de İstikrar İçin Birleşmiş Milletler Misyonu, ç.n.) yetkililerince “barışı koruma” etiketi altında yapılan, ancak halk hareketi tarafından açıkça Haiti üzerindeki uluslararası egemenlik olarak görülen Birleşmiş Milletler (BM) işgalinin ilk adımlarını da görmüştük.

Darbe Haiti’yi harap etti. Darbe, Haiti tarihindeki “gerçekten demokratik süreç” belirtilerini parçaladı. Okullar kurulması (Lavalas iktidarı döneminde, ülke tarihi boyunca inşa edilen okullardan daha fazlası inşa edildi), sağlık kliniklerinin tesis edilmesi, en yoksul mahallelerde parklar açılması, kadınlar arasında edebi çabaların desteklenmesi, yerli Vudu inancına saygı gösterilmesi ve Haiti pazarının ABD ürünleri tarafından basılması karşısında tarımın geliştirilmesinin taahhüt edilmesi sürecini kesti.

6 yıl sonra buradayız. Haiti’deki en popüler parti olan Fanmi Lavalas’ın seçimlere katılması ABD’nin de tam desteğiyle yasaklanmış. Preval hükümeti, politikalarını halkın ihtiyaçlarına değil ABD’nin taleplerine uygun hale getirmiş. Halk ile resmi hükümet arasında derin bir yarık, işgal altındakiler ile işgalciler arasında derin bir uçurum var.



BM güçleri felaketi seyrediyor


Evet, deprem her hükümete veya her yardım ekibine bunaltıcı bir meydan okumada bulunan şiddetli bir doğal afet. Ancak şu açık ki, bu doğal afet –Katrina Kasırgası gibi- politik başarısızlık ile, nesiller boyunca Haiti’ye yönelen saldırıların uzantılarıyla, -özellikle de- Aristide yıllarındaki taahhütleri durma noktasına getiren vahşi BM/ABD işgaliyle birleşmiş durumda.

Şu anda, insanlar tıbbi yardım yokluğundan veya gıda yardımları havaalanı pistinde dururken açlıktan ölürken ABD’nin Haiti’de askeri operasyon için vites yükseltmesini izliyoruz. 9 bin kişilik BM birliğinin varlığına rağmen gözle görülür hiçbir yardım almadan enkazı kazarak yakınlarını çıkaran ailelerin fotoğraflarını görüyoruz. Onlar, yardım olmaksızın geçen günlerden sonra terk edilmiş evlerde yiyecek ve su ararken, Haitililere yönelik “leş yiyici”, veya “yağmacı” şeklindeki alışılagelmiş ırkçı hakaretleri okuyoruz. Haiti’nin sorunlarının sömürgecilik ve işgalin sert gerçekliklerinden ziyade “kültürlerinden ve dini inançlarından” kaynaklandığını okuyoruz. CNN haberlerinden, yaralanan ve ölen insanlara rağmen bir sahra hastanesinden halkın BM tarafından “güvenlik gerekçesiyle” çıkarıldığı haberini duyuyoruz. Ve Sınır Tanımayan Doktorlar’ın kargo uçaklarının Port-au-Prince’e inmelerinin ABD askeri yetkilileri tarafından reddedildiğini duyuyoruz.

Şimdi Haiti halkının dayanıklılık ve yürekliliğine saygı gösterme zamanıdır. ABD askeri işgali değil dayanışma için, sadaka değil yardım zamanıdır. Ve şimdi Başkan Jean-Bertrand Aristide’nin memleketine geri dönme zamanıdır.

Lütfen insanlara yardım edebilmek için geceli gündüzlü çalışan toplum kökenli örgütleyicileri destekleyelim. Lütfen Haiti Acil Bağış Fonu’na www.haitiaction.net adresinden destekte bulunalım.

Yazan: 1991 yılında Haiti’deki demokrasi mücadelesini desteklemek amacıyla kurulan Haiti Eylem Komitesi’nden Robert Roth.

http://www.haitisolidarity.net/article.php?id=368 adresinde yayımlanan yazıdan çevrilmiştir.

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi