Content feed Comments Feed

Neil Faulkner bu bölümde, demirden yapılan araçların artı değeri yükseltmesiyle birlikte yaşanan gelişmeleri ve bunun sonuçlarından biri olan Pers İmparatorluğu’nu inceliyor.

Bronz Çağı imparatorlukları küçük ve ayrışmıştı. Mısır’da Nil, Irak’ta Dicle ve Fırat, Pakistan’da İnduş ve Çin’de Sarı Nehir’in büyük alüvyonlu taşkın ovalarına kurulmuşlardı. Uygarlığın bu ilk merkezlerinin arasında büyük çöl alanları, bozkırlar ve dağlar yayılmıştı.

Ahşap ve taş aletlerle üretkenlik düşük ve artı değer küçüktü. Bronz Çağı teknolojisini kullanarak, sadece büyük nehir vadilerinin olağanüstü bereketi şehirler kurmak, orduları ayakta tutmak ve imparatorluklar yaratmak için zenginlik sağlandı.

Geç Bronz Çağı’nda bile Knossos (Girit’te), Miken (Yunanistan’da) ve Truva (Türkiye’nin kuzey batısında) gibi yerleşimler nispeten azgelişmiş çevreyi temsil ediyordu. Buralarda mütevazı büyüklükte ve kocaman saraylar ya da kaleler vardı. Minos’un tüccar prenslerinin ve Miken savaş ağalarının servetleri, Yeni Krallık firavunlarınınkiyle karşılaştırılamazdı.

Bu durum, milattan önce 1000’den sonraki yüzyıllarda değişti: uygarlığın ve imparatorluğun çapı patlama yaptı. Demir Çağı çiftçileri arazilerin bakirliğini kırdılar ve buralarda buldukları ağır zemini sürdüler. Üretkenlik ve nüfus hızla arttı. Artı değerler, Demir Çağı imparatorlukları kurucularının Bronz Çağı’ndaki atalarını gölgede bırakmalarına elverişliydi.

Milattan önce 3. yüzyılın sonunda Çin, Ch’in devleti savaş ağası Shih Huang-ti tarafından birleştirildi. Shih Huang-ti, Geç Bronz Çağı’nda Şang Hanedanı’nın hâkim olduğunun beş katı büyüklükte bir alana egemen oldu.

Bundan bir asır önce, milattan önce 4. yüzyılın sonlarında Mauryalı savaş ağası Çandragupta, ilk Hindistan imparatorluğunu kurdu. Bir asır sonra zirve noktasına ulaşan Maurya İmparatorluğu sonunda İnduş Vadisi’nin büyük bölümünü, Kuzey Ovası’nın tamamını, Ganj Vadisi’ni, Nepal’i ve Deccan’ı kapladı.

Bundan iki asır kadar önce, milattan önce 6. yüzyıl ortasında üç büyük Pers fatihi, Sirus, Kambises ve Darius daha da büyük boyutta bir imparatorluk kurmuştu. Milattan önce 500 civarlarında, imparatorluğun doruk noktasında batıda Trakya’dan (Bulgaristan), doğuda İnduş’a (Pakistan), kuzeyde Kafkasya Dağları’ndan güneyde Nübye Çölü’ne kadar uzanmıştı.

Persler güneybatı İran’da çetin dağ vadilerinin yerleşik çiftçileriydiler. Medler, geniş kuzeydoğu İran bozkırlarının göçebe atlılarıydılar. Milattan önce 550’de Pers ve Med fetihle birleştirildi. İki nesil içinde Irak, Mısır, Türkiye, Pakistan ve Afganistan imparatorluğa dâhil edilmişti.

Milattan önce 6. yüzyılın Pers İmparatorluğu, bu nedenle uygarlığın dört asli merkezinden üçünü kapsamıştır –Nil, Dicle, Fırat ve İnduş nehir vadileri. Bunlar ve bunların arasında kalan alanlar tek bir emperyal devlet çatısında birleştirilmiştir ve haraç veren eyaletler yığını olarak yönetilmiştir.

Bu eyaletleri, birleşik bir kültürel bütün olacak şekilde kaynaştırma girişimi olmamıştır. Per İmparatoru’na “Yüce Kral” adı verilmiştir –kendi etnik ve dini kimliklerini, ekonomik ve toplumsal örgütlülüklerini ve kendi politik yapılarını koruyan, bariz biçimde tebaa olan bir dizi halkın yöneticisiydi.

Persepolis’teki imparatorluk sarayının ana izleyici salonuna giden tören merdivenlerini taş rölyef heykeller süsler. Bunlar, 23 ayrı tebaadan gelerek Ulu Kral’a aralarında giysiler, metal kaplar, altın, fildişleri, atlar ve develer, antiloplar, aslanlar ve okapiler gibi egzotik hayvanların olduğu hediyeler ya da haraçlar veren heyetleri tasvir eder.

Persepolis’teki binalardaki yazılar, imparatorluğun en önemli insanlarını listelerken, binlerce yazılı kil tablet de kraliyet ailesinin, memurların ve işçilerin gıda ya da gümüş masraflarını belgeler.

Böylesi geniş bir alanda haraç toplanması nasıl mecburi kılınmıştı? İmparatorluk, genel valilerin (satrap denilen) yönettiği büyük eyaletlere bölünmüştü. Satrapların imparatorluk başkentiyle bağlantısını bir yol ağı ve resmi posta sistemi sağlıyordu. Örneğin Kral Yolu, Türkiye’nin batısındaki eyalet başkenti Sardes’ten İran’ın batısındaki imparatorluk başkenti Susa’ya uzanmıştı.

Satraplar büyük orduları ve filoları yönetiyorlardı. Ancak büyük isyan ya da dış sefer olaylarında Ulu Kral önderliğinde ihtişamlı bir ordu oluşturulurdu. Bu ordunun bileşimi, imparatorluğun çok dilli karakterini yansıtırdı: her bir etnik bileşen kendi tarzıyla savaşırdı.

Ulu Kral’ın zenginliği Persepolis, Susa, Hamedan, Pasargad ve Babil’deki kraliyet saraylarının büyüklüğünden anlaşılır. Persepolis, izleyici salonlarının, bekleme odalarının, haraçlar için depoların, imparatorluk korumaları için koğuşların, duvarla çevrilmiş bir av alanının, devasa bir süs bitkisi bahçesinin ve zanaatkârların, tüccarların ve işçilerin geniş bir çarşısının yer aldığı uçsuz bucaksız bir yerleşimdi.

Büyük İskender milattan önce 331’de Persepolis’i ele geçirdiğinde, en zengin Yunan şehri olan Atina’nın 300 yıllık gelirine eşit değerdeki bir hazineyi de zaptetmişti.

Zenginliğine kasrşın Pers İmparatorluğu görece istikrarsız ve kısa ömürlü oldu. Kiros, Persleri ve Medleri birleştirerek güçlü bir fetih aracı yaramıştır. Persler mızrak ve yaylarla piyade olarak savaşmıştır. Medler ise birinci sınıf hafif süvariydiler. Hareketlilik, ateş gücü ve darbe vuran eylemin sonuçtaki bileşkesi bir fetih kasırgası yarattı.

Ancak askeri üstünlük, siyasi egemenlik ya da toplumsal dönüşüm ile denk tutulamaz. Persler sadece mevcut yönetici sınıfları birleştirmiş ve artı değerlerinin bir kısmını sahiplenmiştir. İmparatorlukları, güçle dayatılanı koruyacak her türlü birbirine bağlılıktan yoksundu.

İmparatorluğun genişliği ve çeşitliliği merkezi zayıflatmıştı. Yerel krallar ve eyalet satrapları muazzam gücü kullanıyordu. Başkaldırı yöreseldi, özellikle de daha uzak sınırlardaydı.

Pers İmparatorluğu, jeopolitik olarak kopuk ve kültürel anlamda birbirine yabancı varoluşları –Türkiye, Mısır, Irak, İran, Afganistan ve Pakistan- birbirine çimentolama girişimiydi. Bu nedenle doğal yatkınlığı kaynaşmadansa bölünmeyeydi.

Gelgelelim, kırılgan kabuğu parçalayan bir dış güç oldu. Milattan önce 6. yüzyıl sonlarında en büyük genişliğine ulaşmasıyla Pers İmparatorluğu, en uzak kuzeybatı sınırındaki bir başka uygarlıkla çarpıştı. Bu çarpışma, küçük köylü-çiftçi topluluklarına karşı dünyanın gördüğü en büyük imparatorluğun zenginliğini aşındırdı.

Pers İmparatorluğu, tamamen farklı iki toplumsal ve siyasi düzenin sınırlarını test etti. Her ikisi de Demir Çağı’nın ürünleriydi. Ancak bunlardan biri adeta küresel çapta antik emperyalizmin bir kopyası iken, diğeri ise devrimin öfke ve mücadelesinde yaratılmış yeni bir toplumsal düzendi. Demir Çağı dönüşümünün, en ileri toplumsal biçimine eriştiği yerler, Antik Yunan’ın küçücük şehir devletleriydi.

Bununla birlikte, buna dönmeden önce Hindistan ve Çin’deki uygarlığın istikametini göstermeliyiz.

http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/6421-a-marxist-history-of-the-world-11-western-asia-the-persian-empire adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.


Yazı dizisinin "Demir İnsanları" başlıklı bir önceki bölümünü okumak için buraya tıklayınız

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

0 Responses to Marksizm Penceresinden Dünya Tarihi / Bölüm 11: Batı Asya: Pers İmparatorluğu

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi