Content feed Comments Feed

İngiltere’nin The Independent gazetesinden Peter Popham, yazar Arundhati Roy ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Politik duruşuyla ülkesinde hedef haline gelen Roy, yeni romanının bekleyebileceğini, önceliğinin Hindistan’ın politik sorunları olduğunu ifade ediyor ve belki de "aydın" tavrının nasıl olması gerektiğine dair bir ders veriyor:



Yarınki Booker Ödülü’nün öncesinde, Arundhati Roy, Peter Popham’a ödülün onu roman dışında yeni bir hayata nasıl yönlendirdiğini anlatıyor.

"Küçük Şeylerin Tanrısı” ile 1997’de Booker Ödülü’nü kazanan Arundhati Roy, bu yıl aday değil. Yine. Aslında, John Updike’ın, onun “Tiger Woods usulü çıkışı” olarak tanımladığı ilk kitabını tamamlamakta.

Bu deneme arzusu için değil: ikinci bir kitabının mevcut olduğu da biliniyor. Roy, “Yıllardır herkes bunu biliyor!” diye gülüyor. Çok az kişi kitaba bir göz atmış, ancak, Roy’un arkadaşı olan seksenlik roman yazarı ve sanat eleştirmeni John Berger bir istisna. O kadar çok etkilenmiş ki, Roy’u her şeyi bırakıp kitabı bitirmesi için zorlamış. Roy hatırlıyor: “Bir buçuk yıl kadar önce, John ile onun evindeydim. Bana hemen bilgisayarı açmamı ve her ne roman yazıyorsam ona bunu okumamı istedi. Herhalde dünyada bunu bana söyleme cesaretine sahip tek kişi odur. Ona bir bölüm okudum ve Delhi’ye hemen dönüp kitabı bitirmemi söyledi. Ben de ‘tamam’ dedim.”

Fakat onun iyi niyetleri engellenmişti: “Delhi’ye döndüm ve birkaç hafta içinde kapımın altından gelen, isimsiz, daktilo ile yazılmış bir not bana Hindistan’ın merkezinde bulunan ormanlardaki Maoistleri ziyaret etmemi söylüyordu.”

Hindistan’ın gizli savaş bölgesinin karanlık kalbine girmek, işte bu zorlu bir çağrıydı. Ama Arundhati Roy’un reddedebileceği türden değil.

Hindistan, yüzyıllar öncesinde Avrupalı sömürge güçlerinin geçtiği yoldan bugün geçmekte: stratejik madenlerin kaynaklarını tespit etme, bunların başında bulunanları püskürtme, demir cevherini, boksiti ve bunun gibilerini çıkartma ve bunu sanayileştirip zenginleşme. Ancak fark şu ki, Hindistan yağmalayacağı bir Avustralya’ya veya bir Güney Amerika’ya sahip değil. Bunun yerine, Roy’un söylediği gibi “Hindistan, hammadde çıkartmak için kendi fakir halkına sırt çevirerek, kendi kendini sömürüyor.”

Maden kaynaklarının yağmalanmasının başlangıcından yüzyıllar sonra, bizimki gibi ülkelerde yaşayan bazı insanlar, o zamana kadar yapılmış dehşeti anlamaya başladılar: yerlilerin katliamı, geleneklerinin yok edilişi, hayatta kalanların ise yoksulluğa mahkûm oluşu. Fakat o zamana kadar, vicdan azabı ucuzdu: hasar görülmüştü ve büyük servetler kazanılmıştı.

Ancak şu an, gerçek zamanda, bütün bunlar Hindistan’da meydana gelmekte. Sonuç olarak, vicdan azabı çok daha pahalı: samimiyetle ifade etmek gerekirse bu, tekere çomak sokabilir.

Arundhati Roy, Maoistlerin davetini kabul ettiğinde, Hindistan’ın merkezindeki ormanların köylerinde, Hindistan’ın kabile halkı olan milyonlarca Adivasi’ye yapılan şeylerin farkındaydı. Bu Hint orta sınıfı için rahatsız edici bir konuydu.

Hindistan’ın Naksalit adı verilen isyanı 1960’larda, Naksalbari’nin Batı Bengal köyünde başladı ve sayısız bölünme ve ayrışmalarla, patlamalarla ve geri çekilmelerle, o zamandan beri büyümekte. Fakat 2005 yılında yeni başbakan Manmohan Singh, bunu ülkenin yüzleştiği “en büyük iç güvenlik tehdidi” olarak tanımladığında, görünümünü çarpıcı içimde yükseltmiş oldu.

Roy, zamanlamanın çok önemli olduğuna inanıyor: “Hükümetin birkaç maden şirketi ve altyapı kurumlarıyla gizli mutabakat anlaşmaları imzalaması bununla aynı zamana denk geldi. Temel olarak nehirleri, dağları, ormanları sattılar ve bunları özel şirketlere devrettiler. Yerlilere karşı da, onları köylerinden çıkartmak için savaşı sürdürmeleri lazımdı. Böylece maden şirketleri o bölgelere geçebilecekti.”

Yüz binlerce paramiliter güç, bu işi yapmak için ormanlara konuşlandırıldı. Bunu, Maoistler tarafından “istila edilmiş” yüzlerce köyün yakılması, köylülerin saklanmasını önlemek için yol kenarı kamplarının kurulması ve iki tarafta da oldukça fazla kan dökümü izledi.

Fakat ormanda yürürken ve Maoistlerin hikâyelerini dinlerken, Roy, Hint basınının olanları saklamak adına çok fazla çalıştığı gerçeğiyle karşı karşıya kaldı. İsyancıların yüzde 45’inin kadın, yüzde 99’unun ise yuvalarını ve topraklarını korumak için son ve umutsuz bir teşebbüs ile eline silah alan bu ormanların geleneksel sakinleri, kabile köylüleri olduğunu söylüyor.

Roy, “İnsanlar (ormanda) abluka altında. Pazara gidemiyorlar, çünkü pazarlar muhbir ve polislerle dolu. İlaç alamıyorlar, erzak alamıyorlar” diyor. Singh’in açıklamasından sonra, Salwa Judum adında bir anti-Maoist milis kuvveti kuruldu. 2005’ten sonra, Salwa Judum 600 kadar köyü yaktı ve 360 bin insan kaçmaktaydı, 50 bin kişi kamplara yerleşti ve diğer birçoğu ülke dışına kaçtı. Birçok insan ormanda yaşıyor ama köylerine gelmeye korkuyorlar.” Gözden uzakta, büyük bir insani trajedi yolda. BM Kongresi’nde tanımladığı şekliyle Roy, bunu soykırım olarak adlandırıyor.

Roy, “Suçlu olarak damgalandıktan sonra” - devlete ait yerlerdeki işgalciler - “şimdi (Adivasiler) sadece köylerinde kaldıkları için ve ürünlerini yetiştirdikleri için terörist oldular. Bu bir terör eylemi çünkü onlar Maoistler ile birlikte. Kim ormandaysa, o Maoistlerin tarafındadır” diyor.

Seyahat hakkındaki makalesi “Yoldaşlarla Yürümek” geçen sene Hindistan’da ilk çıktığında, Roy, korkunç bir şekilde bu isyancılara sempati duymakla eleştirildi. Çünkü Gandi’nin şiddetten kaçınma fikrine bağlı olan Hint orta sınıfına göre, silaha sarılmak kabul edilemez. Fakat Roy, “Başka çareleri var mıydı?” diye soruyor.

“Bence Gandi usulü direniş, uygun izleyici varsa eğer, siyasi tiyatronun aşırı derecede etkili ve etik bir şeklidir. Ancak, bir yerden kilometrelerce uzakta, ormanın kalbindeki bir kabile köylüsüyseniz ne olur? Polis köyünüzü sardığında, açlık grevine mi gireceksiniz? Aç insan açlık grevi yapabilir mi?”

Romanının zaferinden sonraki yıllar boyunca, Roy, Hint orta sınıfının damarına basmakta bir uzman haline geldi. Bu, onun aşırı duyarlılığını yansıtan bir lütuf. “Bazen bir derim olmadan yaşıyorum gibi hissediyorum. Korunmasız yaşıyorum ve bir deriniz olmadan yaşıyorsanız, aslında hep anlatılmak istenen şeyler okyanusunda yaşıyorsunuzdur” diyor.

“Yaşadığım ülke, gittikçe daha baskıcı, daha polis devleti haline geliyor… Hindistan, devlet olarak katılaşıyor. Karışık, sevimli bir demokrasi izlenimini vermeye devam etmek zorunda ama ark lambalarının dışında olanlar gerçekten dehşet verici.”

Ancak aynı zamanda, açık bir toplum olarak kalmaya devam ediyor ve tartışmalar kazanılmak için oradalar. 2009’da hükümet, Maoist ayaklanmanın kökünü kazımak için yeni ve hatta daha sert bir teşebbüs olan Greenhunt Operasyonu’nu açıkladı, fakat hem ormanın içinde hem de ötesinde hiddetli bir direnişi harekete geçirmiş oldu. “Hint seçkinlerinin arasında, onları Maoist terörist olarak adlandırmakta bir problem yoktu: onlar insanlıklarını yitirmişlerdi. Bu yüzden Maoist olmayan ben, gittim ve aslında onların kim olduğunu yazdım, bu onları, çok ama çok ciddi bir şey için mücadele eden insanlar haline getirdi. Ve bu büyük fark yarattı.”

“Tartışmaların kilidinin tekrar açıldığını düşündüğüm bu zaman çok ilginç. Gerçek bir zamanda yapılan gerçek bir müdahale, her ne kadar hemen bir isyana neden olmasa da tartışmanın paradigmasını değiştirebilir.”

Roman beklemek zorunda: Roy’un siyasi yazıları, ona göre “ İnsanların nefes almalarına yardımcı oluyor. Bu eserle ilgili en çok sevdiğim şey, yazıldığı ve (Hint bölgesel dilleri) Oriya, Kannada ve Telugu’ya çevrildiği andır… İnsanlar bana, kendimi tecrit edilmiş hissedip hissetmediğimi soruyorlar: Kendimi ne kadar tecrit edilmemiş hissettiğimi size anlatamam! Eğer biri yazılarımdan nasıl tepki aldığımı sorsa, sadece trafik ışığında durmam gerektiğini söylerdim! Bu, sevginin, öfkenin ve tartışmanın her gün gözler önüne serilen dinamik bir değiş tokuşu gibi.”

Kısaca hayatı

Doğum: 24 Kasım 1961, Shillon, Hindistan, Bangladeş sınırı yakınında.

Eğitim: 16 yaşında Yeni Delhi’ye mimarlık okumak için taşındı. Hâlâ orada yaşıyor.

Aile: 1984’te ikinci eşi, film yapımcısı olan Pradip Krishen ile evlendi. Sonraki birkaç yılını Hint filmlerine senaryo yazarken ufak tefek işlerle ilgilenerek geçirdi.

Kariyer: Yarı otobiyografik olan ilk romanı, Küçük Şeylerin Tanrısı, 500,000 £ Booker Ödülü kazandırdı. O zamandan beri profilini çevresel konularla ilgili ve kast sistemine karşı kampanyalarda kullanmakta. Bu yıl, Bozuk Cumhuriyet: Üç Makale, Maoist kabile isyancıların savunmasıyla tartışma yarattı.


http://www.independent.co.uk/arts-entertainment/books/features/arundhati-roy-the-next-novel-will-just-have-to-wait-2371609.html adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.


Çeviri: Gerçeğin Günlüğü Kolektifi/Zeynep Müge Karadağ

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

0 Responses to Arundhati Roy: “Bir sonraki roman beklemek zorunda”

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi